27 Kasım 2008 Perşembe
Bazen
Rakip Galatasaray, Eskişehir değil. Hatayı affetmiyor eloğlu. İki kez geliyor, iki gol atıyor. Birinde kaleciniz boşa çıkıyor gol oluyor, diğerinde taçtan gelen topa savunmanız iki defa müdahale edemiyor gol oluyor.
Bazen. Bazen takımlar için sezon kâbus gibi geçer. Ancak bu kabustan uyandıklarında daha kuvvetli olurlar. Mesela Galatasaray Fatih Terim ile bir sezonu çöpe attı. Ama ne oldu? Ertesi sezon bir temel attı ve sonraki sezon da şampiyonluğa ulaştı. Daha da öncesine gidersek Fenerbahçe, kazansa UEFA’ya gidebileceği maçı kaybetti. Onlar için kayıp bir sezondu. Ancak ne oldu? Fenerbahçe ertesi yıl yaptığı yatırımlarla şampiyon oldu.
Ben bu yıl Fenerbahçe için kayıp bir sezon olduğu düşüncesindeyim. Şampiyon olsa dahi geleceğe atılmış yarım adım bile yok. Ne önümüzdeki yıllarda Türk futboluna kazandırılacak genç bir yıldız, ne de mevkiler üzerine kurulmuş bir oyun sistemi. Bunu her futbolsever kadar Fenerbahçe Yönetimi de gözlemliyordur. Bu nedenle ben Fenerbahçe’nin önümüzdeki yıl bu sezon yaptıkları hataları analiz ederek çok daha doğru ve emin adımlar atacaklarını düşünüyorum.
Aslında yorumları önümüzdeki yıl için yapıyorum ama iyi değerlendirildiği takdirde bir ara transfer dönemi var. Ara transferde istenen oyuncuyu istenen bedellere almak bilindiği üzere oldukça zordur. Yine Maldonado, Josico ayarında bir oyuncu gelecekse hiç transfer yapmamak daha doğru. Şu saatte Aziz Yıldırım, Fenerbahçe hakkında neler düşünüyor bilinmez ancak futbol haznesi geniş olan Aragones hamlesinin doğru olabilmesi için takımı aynı mantıkla donatmak lazım. Artık aradaki ‘doğru’ kelimesini hamleden önce getirerek sıfat yapacak olanlar da Fenerbahçe Yönetimi…
23 Kasım 2008 Pazar
Nefretverenler #3
Dakika 2’de Ankarasporlu oyuncu kendisini ekarte eden Arda’yı önce formasından çekiyor sonra da iki eliyle belinden sarıldığı gibi yere indiriyor. Bu olay yan hakemin beş adım önünde, orta hakemin ise görüş açısında cereyan ediyor. İki hakem tek adam olamıyor işte. Pozisyonu kartsız geçiştiriyor Yıldırım. Keşke o faulü hiç çalmasaydı. En azından karakterinin bu denli zayıf olduğunu de-şifre etmezdi. Pozisyonun devam ediyor. Galatasaray frikiği kullanıyor, kale sahası içerisinde Arda Ankarasporlu oyuncu tarafından formasından çekilmek belinden kavranmak suretiyle bir kez daha yere indiriliyor. Bülent Yıldırım nerede biliyor musunuz? Ceza sahası dışında yayın sol çaprazında. Hani “Hocam Arda’yı indirecekler, pozisyonu iyi süzebilmek için yayın sol tarafında bekle” gibi bir istihbarat verseler ancak orada durulabilir. Tekrarı seyrediyoruz, benim için Türk hakemliğinin sona erdiği andır. Dakika 2. Bülent Yıldırım buz gibi, gözünün önünde, arada sinek bile yokken gördüğü yaka-paça indirilmeye penaltı çalamıyor.
Çok maçlara şahit olduk, şiş ve kebabın yanmaması için son anlarda gözden kaçan pozisyonlara, görmezden gelinen olaylara. Ancak bu ülkedeki futbolsevere yazık değil mi? İnsanlar bu maçları seyretmek için evine Digiturk, bilet alıyor, daha düşük bütçeye sahip insanlar kahvede sigara zehri içerisinde oturuyor. Ne için biraz olsun yaşamdan uzak olabilmek için… Kimin hakkın var bu maçları çekilmez kılmaya?
Maç devam ediyor biz bunları sorgularken. Aynı hakem Emre’nin arkadan asılarak çektiği pozisyonda günah çıkartıyor ve pozisyonu faul ile geçiştiriyor. Pozisyon buz gibi sarı kart. Şimdi dediğim gibi bu olaylar 90 dakikanın sonlarına doğru olabilir (aslında o anlarda da yaşanmaması gereken talihsiz olaylar zinciridir anlattıklarım), hakemin konsantrasyonu düşmüştür denebilir, yorulmuş görememiştir denebilir, kısaca bir şekilde bir kılıf bulabiliriz. Ancak henüz maçın 2’nci dakikasında ne oldu da maçtan böylesine koptun arkadaş.
Burada takım şak-şakçılığı veya fakir-fukara edebiyatı yapmıyorum. Hakemler konusunda yazmaktan da hep bu takım-taraf tutma konularından dolayı imtina ediyorum. Ancak dün gördüğüm cinayet yazılmayacak gibi değildi. Ben son yazıda “50’nci yılını geride bırakan Türkcell Süper Lig’de eğer Fenerbahçe-Galatasaray maçını yönetebilecek bir hakemimiz yoksa artık bazı konuları biraz daha ciddi sorgulamak lazım” demişim. Halt etmişim affedersiniz. Henüz gerilmeyen ortamda, maç günlük-güneşlik giderken sıradan bir Süper Lig maçını yönetecek hakemimiz bile oldukça az. O yüzden kimse kimseyi kandırmasın. Bir de bu ‘siyah giyen adamlara’ FIFA kokartını kim layık görüyor onu da anlamakta güçlük çekiyorum. Biz lütfedip kendi ülkemizde maç yönettiriyoruz, onlar da işmiş gibi bunlara FIFA kokartı veriyorlar. Yazık kokartı bu kadar ayağa düşürmeseler keşke.
22 Kasım 2008 Cumartesi
Bilet parasını şimdiden ayarlayın
Aragones Fenerbahçe'sinin Alex hali
Şimdi Aragones ilk imza attığında Alex’in Fenerbahçe’deki varlığı sorgulandı. Çünkü Aragones, hepsi koşan hepsi yaratıcı öylesine bir orta sahayı yönetiyordu ki Alex’in durarak oynaması İspanyol’un işini zorlaştıracaktı. Derken elde oldukça formda bir Semih ve hem taraftarın hem de yönetimin sahada görmek istediği bir de Güiza vardı.
Orta sahanın ihtişamından bahsettik bahsetmesine de peki İspanya 2008’de nasıl oynamıştı? Orta alan oyuncularının hücuma kattıkları zenginliğin yanında hareketli forvetler baskıyı hücumdan başlatarak takım tam sahada bir alan savunması yapıyordu. Oyuncuların hepsinin birbirinden kaliteli olması Aragones’in işini kolaylaştırmıştı. Savunması da Puyol’un önderliğinde iyi iş çıkarında hücum takımı her maçta gücünü ortaya koymayı başarıyordu.
Bugün… Şüphesiz Fenerbahçe Aragones’e imza attırırken kadrosuna transfer ve derinlik katma konusunda hocasına bir güvence vermiştir. Eğer vermediyse ve bu hoca da günün birinde savunmasını Can-Yasin, orta alanını Maldonado-Josico ikilisinden oluşturacağını bilerek sözleşme imzaladıysa bu ülkeye tatile gelmiş demektir. Ancak sanki ihtiyacı yokmuşçasına transfer sezonunu en verimsiz geçiren takım Fenerbahçe oldu. Diğer takımlar kadrolarını yetenekli ve gerekli oyuncularla takviye etti. Yetmediği gibi mevcut kadrolarını da korumayı başardı. Ve en büyük kaybı da Fenerbahçe verdi, Aurelio gibi bir sigortasını yitirdi. Üzerine tam bir ay Senna’nın kapısında yatarak vakit kaybetti. Ve Türk futbolunun son dakika gece transferlerinden bir tanesine imza atarak Josico’yu getirdi. Transferde fonun büyük bölümü Güiza’ya gitmiş, Senna konsantrasyonu diğer alanlardaki açığın gözden kaçmasına neden olmuştu ve Fenerbahçe kadro derinliğinin olmadığını nihayet fark ediyordu. Ne zaman mı? Transfer sezonun son bölümünde Deivid’in sakatlanmasıyla...
Bu kadar polemiğin ardından yazının ana konusuna dönüyorum –nihayet-. Fenerbahçe yarın gündüz maçında Ankaragücü ile karşılaşıyor. Ben bu maçı iple çekiyorum. Geçtiğimiz maça iki forvet ile çıkan ve orta alanda yükü hücum gücü kısıtlı Josico-Selçuk ikilisine veren Aragones, kanatları da Uğur ve Deivid'in yeteneklerine bırakmıştı. İşte bu sistem Aragones’in İspanya’da uyguladığı sistemin Fenerbahçe versiyonuydu. Aynı sistemle Galatasaray’ı da yenmişti. Çünkü bu sistem hücum oyuncularının prese katılmasıyla rakibin oyun alanını daraltıyor, pozisyon verilmesini engelliyordu. Aynı şekilde hücum çeşitliliği yaratıyor, takım oyunun tek hakimi oluyordu. Ankara maçına da aynı mental yapıyla çıktı Fenerbahçe. Derken Semih sakatlandı, Emre oyuna girdi. Yani Alex’li sisteme dönmüştü Fenerbahçe. Değişikliğe bağlamayacağım ancak Sarı-Lacivertliler Ankaraspor karşısında dönem dönem kontrolü kaybetti. Ve topun hakimi Ankara takımı oldu. İşte o anlar -söylemeye gerek yok- orta alandaki iki kanat oyuncusunun oyundan düştüğü veya savunmayı bıraktığı anlardı. Oysa aynı Uğur Galatasaray karşılaşmasında da oyundan düşmüştü. Aynı şekilde sakat Deivid de maç eksikliğinden dolayı durarak oynayabilmişti. Ancak takımı oynatan sistemdi. Orta alan ve hücum öylesine bir pres yapıyordu ki Galatasaray sahasına hapsoldu. Ankaraspor karşısında bu yoktu. Çünkü oyuna ikinci bir forvet değil bir orta alan oyuncusu girmişti.
Yarın deplasman maçında Semih, Uğur, Carlos yok. Muhtemel olarak Alex 11’de olacak. İşte bu şart mı diye sorguluyorum. Tamam kadro derinliği Alex’in oynamasını neredeyse mecburi kılıyor ama ortada da bir gerçek var. Bu takım kötü futbol oynadığı maçların hepsinde Alex taktiğini uyguladı. Aynı anda göze hoş gelen futbollarını Alex’in olmadığı ara dönemde sahaya yansıttı. Alex’in yokluğu Aragones’in işini kolaylaştırmıştı şimdi Alex’li dönem terletecek. Bakalım İspanyol hoca yarın sistemini Alex ismine ezdirecek mi? Yoksa Alex’i kulübeye çekerek ben kendi doğrularımı uygularım ayarı mı verecek? Bence ilki olacak ve Fenerbahçe yavan futboluna sert bir dönüş yapacak…
20 Kasım 2008 Perşembe
34 dakikalık formayla jübile
Konumuza dönecek olursak Savo Milosevic, Partizan futbol fabrikasının Avrupa futboluna servis ettiği en büyük yıldızlardan bir tanesi. 1992 yılında Partizan’ın A takımında oynamaya başlayan Milosevic, oyun özellikleri açısından tipik bir hedef santrafor… 187 cm boyuyla hava toplarında ne kadar etkiliyse sağdan soldan gelen toplara ayağını sokması ve ceza alanını karıştırmasıyla da ünlüdür kendisi... Sırbistan’dan İngiltere’ye dikey geçiş yapan Savo, sekiz yılda sezon başına 32 maça çıkar ve her iki maçta bir golünü atar. Bu arada yolu daha sonraki yıllarda ikamet edeceği İspanya’ya düşer. Real Zaragoza’da iki sezon geçirdikten sonra yanlış bir seçime imza atar ve Parma’ya transfer olur. İşte Çizme’nin havası herkese yaramaz. İtalya’da boşa geçen iki yıl ve İspanya’nın yolları taştan.
Bonservisinin Parma’da olduğu son dört yılın üçünü İspanya’da geçiren Savo, bir nevi Yılmaz Vural - Hikmet Karaman arası bir misyon edinmiştir. İspanya’nın orta sıra takımlarında ter döken Savo, yukarıdaki ikilinin aksine ortaya performans koyar. Ve hayatını İspanya’ya kaydırdıktan sonra iş uzun süreli hayat kurtarma sözleşmesine gelmiştir ve Savo bu sözleşmeyi 2004 yılında Osasuna ile yapar. Osasuna’da üç yıl görev yapan golcü Savo, daha sonra futbola ne diye girdikleri belli olmayan Ruslar’ın Rubin Kazan takımıyla anlaşır. Ve aslanlar gibi şampiyonluk yaşar yeni takımında.
Savo’nun en ilginç yanı bence yukarıdaki kariyeri değil. Kalburüstü her golcü aynı kariyeri yapabilir. Ancak her golcü üç yarı Milli Takım’ın formasını giyemez… Savo önce Yugoslavya, ardından Sırbistan Karadağ, son olarak da Sırbistan Milli Takımları’nın formasını terletti. Kolay değil 102 kez giydiği Milli Forması bölünmeler yüzünden rekor özelliği taşımıyor. Üstelik son maçı saymazsak Sırbistan formasını giymişliği de yok ama kader işte, jübilesini sadece 34 dakika giydiği formayla yaptı. Sırbistan – Bulgaristan maçında sahaya son kez Milli formayla çıkan Milosevic, iki gol attı iki de penaltı kaçırdı. Bundan böyle Savo’yu Spormax’in yayın takvimi el verdikçe yeni sezonda Gökdeniz, Hasan Kabze ve Tomas kardeş ile birlikte izleyebileceğiz. Buna da şükür…
Teşekkürler Di Stéfano
10 Kasım 2008 Pazartesi
Nefretverenler #2
50'nci yılını geride bırakan Türkcell Süper Lig’de eğer Fenerbahçe-Galatasaray maçını yönetebilecek bir hakemimiz yoksa artık bazı konuları biraz daha ciddi sorgulamak lazım. Dün görüldü ki bizim Merkez Hakem Komitemiz, yanlışlar, eksiklikler, hatalar ve kaos üzerine kurulu. Son beş yıldır tartışılmayan sezon yok diyoruz ya… İşte bu tartışmaları sonlandırabilecek bir yönetim de yok ortada. Sanılmasın ki ben Galatasaraylıyım ve Fenerbahçe’nin galibiyetine gölge düşürüyorum. Fenerbahçe müthiş oynadı. Ve galibiyeti sonuna kadar hakketti. Ama ortada da bir gerçek var. Fenerbahçe ne kadar iyi oynadıysa Hüseyin Göçek arkadaşımız da maçı o kadar şuursuzca katletti.
Tek tek pozisyonları yazarak sığ yorumlar yapmayacağım. Açık ve net. Dakika 14… Budur Hüseyin Göçek’in kontrolünü kaybettiği dakika. Bu dakikadan sonra Kırmızısı-Laciverti, aleyhte-lehte, doğru-yanlış ne karar verdi ne yorumda bulunduysa şuursuzcadır. Lincoln’ü atamaması, penaltıyı çalamaması bir yönetim standardı olmamasından ve karakter olarak sağlam duramamasındandır. Baskı altına girerek önündeki pozisyonları doğru-dürüst süzememesi verdiği kararların altında ezilmesindendir. Oyunun içinde olacağım diye iki takım oyuncularıyla ver-kaç mesafesinde durması bilgi ve deneyim açısından yetersizliğindendir.
Yukarıdaki paragrafta ağır eleştiri de var, kızgınlık da, belki haksızlık da… Ama gerçeklik var aynı paragrafta. Kızgınlık duyan bir taraftarın değil bir futbolseverin isyanı da var. Nasıl ki taraftarlar maçlarda hakemler konusunda ‘acabalar’ yaşıyorsa eminim ki MHK da yaşıyordur. Çünkü elde hakem yok.
Bundan sonraki işim UEFA’ya mail yazmak olacak. Bahsedeceğim çarpık hakem kurulumuzdan. Hakemlerimizin yetersizliğinden ve tecrübesizliğinden... Yetmeyecek maç vermemelerini isteyeceğim. Hatta ısrar edeceğim hatta ve hatta yalvaracağım. Bizi yıldırıyorlar, bari Avrupalı taraftara işkence çektirmesinler.
İşin şakası bir yana bu kadar hatanın, yanlışın ve kötünün olduğu yerde önce kötülerden başlamak daha cazip geldi bana. Arkadaşlarımız fosforlu renkler giyerek samimi gözüküyorlar gözükmesine ama dikkat etsinler bu kötü yönetimlerle ‘Siyah Giyen Adamlar’ olma konusunda da hızla ilerliyorlar.
7 Kasım 2008 Cuma
Futbol cümbüşü
08 Kasım Cumartesi
14:45 Arsenal - Manchester United – Spormax
20:00 Monaco - Olimpique Lyon Kanal A
16:30 Hamburg – Borussia Dortmund - Kanal 24
09 Kasım Pazar
18:00 Schalke 04 - Bayern Münih - Kanal 24
19:00 Fenerbahçe - Galatasaray - Lig TV
Süperdi...
Skibbe'nin Galatasaray'ı
Futbolcuların böylesine özverili oynaması şüphesiz galibiyetin kilit noktası. Ancak Skibbe’yi de alkışlamak gerektiğini düşünüyorum. Arda’nın galibiyet sonrası hocasının elini kaldırmasından ve tribünlere alkışlattırmasından sonra daha bir dikkatle takip ediyorum, sahayla kulübe ilişkisini. Takım hocasını seviyor. Ve hocasını kaybetmemek için de varını yoğunu koyuyor sahaya. Sonra, aradan zaman geçti Skibbe’de takımı tanıdı. Artık hangi maçta hangi oyuncusunun etkili olabileceğini görüyor. Adam kayırmıyor.
Sözü Skibbe’ye bağladım, çünkü bu konuda doluyum. Daha önce yorum yazdığım ‘forum’da çoğu kez Skibbe’ye haksızlık yapıldığını savunmuştum. Görmeliydiniz yorumları… Neyse olayı ‘ben demiştim’ noktasına getirmek istemiyorum. Amaç o değil. Amaç, ne kadar kolay insan harcadığımız. Ben Skibbe’nin Türkiye’de ve Avrupa’da başarılı olacağına inananlardanım. Zira kariyerinin tam da olgunlaşma evresinde. Ve Galatasaray gibi Avrupa’da tanınan, aynı zamanda saygı gören bir takımın başında.
Asla sıkı takipçisi olmadım ama ara ara bakmadan da edemiyorum. Özellikle de büyük takımların mağlubiyetleri ve sürpriz puan kayıpları sonraları okuyorum, Türkiye’nin spor gazetelerini. Spor dediysek futbol… Bu kez galibiyet sonrası okudum köşeleri. Aralarında Eusebio-Hakan ilişkisi kurup eleştireni de gördüm, sütun boyunca ne yazdığı anlaşılamayan adamları da, Lincoln ve Skibbe konusunda pişkince yorum yapanları da… Birkaçı hariç alayı skor yazarı. Skibbe’yi puan kaybı sonrası eleştirenler bu kez bir numara yapıyor.
Gazetelerde yer işgal eden kişilere de salladıktan sonra esas mevzuuyla yazıyı bağlayalım. Galatasaray bu galibiyetiyle bana göre liderliği kaptı. Lig usulü statüde 1’inci olmak çok önemli. Benfica maçı da hem bu uğurda hem de hafta sonu oynanacak derbideki moral açısından büyük bir önem taşıyordu. Galibiyetle sona erdi yol yarılandı. Sıra Kadıköy’deki sınavda.
4 Kasım 2008 Salı
Nefretverenler
- Futbolculara asla güler yüzlü davranmayın. Özellikle mimli futbolculara asla hoşgörüyle yaklaşmayın (Hoşgörü: Futbolcunun derdini dinlemek, yakın temas).
- Suratınızda her an itici tavrı koruyun. Futbolculara insan olduklarını hissettirmeyin.
- Sadece sahada ter döken takım taraftarlarını değil, hem futbolseverleri hem de televizyon izleyicisinin nefretini hak edin.
Hani surat ifadelerinde bir iğrençlik olur, ama maçı da hakkını vererek yönetir eyvallah deriz. Ancak o da yok. Yarısı gözünün önünde cereyan eden pozisyonları süzemiyor. Görenin gördüğünü çaldığı tartışılır. Son beş yıldır hakem tartışmasının yaşanmadığı sezon yok. En az bir beş yıl daha aynı güvensizlik ve eleştirilerle birlikte geçer gider.