31 Aralık 2008 Çarşamba

İyi yıllar

Kışın sert koşulları bizi de etkiledi. Bir kaç gün uzak kaldık bilgisayardan, futboldan, blogdan... Ancak geride kaldı. Herkesin yeni yılını kutlarım.
"Hayatımın en güzel günlerini 2009 yılında yaşadım" demeniz dileğiyle...

25 Aralık 2008 Perşembe

Ben aslında...

Bugün özetleri seyrederken tekrar aklıma geldi. Delgado’nun kırmızı kartında herkes hakemin acımasız davrandığını ve yanlış anlaşılma olduğunu söylüyor. “Ben bir kez faul yaptım, ilk pozisyonda sarı kart çıkardın” dediğinde çoğu futbolsever hemfikir. Şimdi jestlerinle bunları söyleyip, tavırlarınla derbi ortamında hakemin üzerine gidiyorsan ne demek istiyorsun? Veya ne için itiraz ediyorsun zaten? Sarı kart… Yetmediği gibi hareketi yaparken ki düşüncen ne olursa olsun şu meşhur işareti yapıyorsan kurtuluşun yok Delgado… Kırmızıyı da azarı da yedin.

Bu da Türk futbolunun bir gerçeği

Yanılmıyorsam çoğu futbolsever geçen yıl büyük bir sürprize imza atarak ligi gol averajıyla 4’üncü sırada bitiren Sivasspor’un bu yıl bocalayabileceğini düşünüyordu. Ben böyle düşünüyordum. Ancak onlar bu yıl da yukarıda kalmayı başardılar. Önceki yıl düşüş bekleyenlerin çoğu şu andaysa bir sorunun cevabını arıyor: Sivasspor bunu nasıl başarıyor?

Teknik direktör. Bülent Uygun. Nam-ı diğer Asker Bülent. Bu adam bazen kendini çok kaptırıyor olmasına rağmen oyuncularını ve Süper Lig’i çok iyi biliyor. Daha doğrusu Türkiye’de futbolun ne anlama geldiğini iyi biliyor. Bunun yanında antrenman ve oyuncu gelişimi konusunda yıllardır ortalıklarda dolanan Türk hocaların da birkaç adım önünde. Sonra çok iyi bir motivatör Bülent Uygun…

Taraftar. Yıllardır söylenen bir olaydır ve sürekli Avrupa takımlarıyla karşılaştırılır Anadolu takımlarındaki taraftar zafiyeti. Sivasspor içlerinde Denizli, Kayseri ve biraz da Gaziantep’in olduğu grup içerisinde ve destek anlamında şanslı takımlardan. artık bu illere giden büyük takımlar önceki yıllara oranla puan cepte diyemiyor. Özellikle Kayserispor yakın gelecekte bir Sivasspor gerçeği daha yaratabilecek takımlardan.

Yönetim. Mecnun Otyakmaz ligin en genç başkanı. Gelin görün ki ilk göreve geldiğinde konuşulan bu konu değil Sedat Peker ile olan bağıydı. Ancak zamanla iyi yönetim, bu kapı arkası konuşmaları ortadan kaldırdı. Otyakmaz’ın net bir özelliği var o da takıma bir idari yönetici gibi yakından ilgi gösteriyor. İlk haksızlıkta çıkıyor, takımının gösterdiği mücadeleden dem vurarak oyuncularının motivasyon kaybına uğramamasını sağlıyor. Bu da oyuncuya “Demek ki bize sahip çıkan, bize önem veren birileri var” duygusunu uyandırıyor. Ayrıca takıma yatırım da yapıyor Otyakmaz. Kulübün mevcut borcu 300-400 milyon dolar arası. Süper Lig’den oldukça iyi para kazanıyorlar. Tribünde de… Zira Sivasspor Anadolu kulüpleri arasında en yüksek bilet fiyatı biçen kulüplerinden bir tanesi. Bu nedenle borç pek de korkutmuyor, başkan ve yönetimi. Çünkü Sivasspor’u atılımda bir holding gibi görüyorlar. Aynı zamanda stadyumun yenilenmesi de genç başkan ve yönetimin aklındaki projelerden.

Futbolcular. Tabi başarılı olmak için bunlar yeterli değil. Karşılaşmalar yönetim odalarında değil, sahada oynanarak kazanılıyor. Onu da yapıyorlar. Sociedad’ın çıkışını hepimiz Nihat’ın varlığından dolayı yakından takip etmişizdir. Ben Sivas’ta da biraz o görüntüyü anımsıyorum. İyi bir forvet ikilisi, sert orta saha, savunmayı bilen defans hattı (kabul etmek gerekirse Sociedad’ın göbek oyuncuları da biraz sorunluydu). Kaleci konusunda bana göre Westerveld’de sorunluydu, Petkovic’de soru işareti. Ve belki de en önemlisi; kendi evinde mağlubiyet almamak. Bence Sivas Sociedad’dan daha avantajlı (Sociedad takımıyla veya oyun yapısıyla değil genel lig pozisyonları ve gidişatları açısından). Zira Mehmet Yıldız denilen bir oyuncuları var. Türkiye Ligi’nin underrate oyuncularında ilk üç’tedir bana göre. Ne çok teknik ne de iyi bir bitirici. Ancak iyi kaptan ve yılmayan bir savaşçı. Hücumun nasıl yapıldığını iyi öğrenmiş. Sadece kendine oynamıyor, takım oyuncusu, arkadaşlarını da pozisyonlara sokuyor. Bu nedenledir ki gol-asisst sayısı onu klas forvet kategorisine koyuyor. Sonra iyi bir hücum yönlü orta sahası var Sivasspor’un. Mohamed Ali. Yıllarca İkinci Lig’de oynayan tecrübeli oyuncu, iki yıldır frikikten, uzaktan attığı gollerle takımının sıkışan maçlarını kazandırıyor. Tıpkı son Gençlerbirliği maçı gibi. Sonra Türkiye Ligi’ne göre hiç de fena olmayan bir derinliği var kadronun.

Rakipler. Hiç kuşku yok ki Galatasaray ve Trabzonspor’u bir tarafa ayırırsak diğer reel rakipler bir hafta başka bir hafta başka oynuyor. Yani eskisi gibi çok rakip yok. Doğru düzgün bir form grafiği yakalayamadı rakipleri ve rüzgar nereye sürüklüyorsa onlar da oraya doğru gidiyorlar. İşte Sivasspor’un Galatasaray ve Trabzonspor ile ortak noktası da bu. Futbol yapıları belli. Her hafta aynı mantığı sahaya yansıtabiliyorlar. Puan kaybı yaşamıyorlar mı? Yaşıyorlar ama ‘kılıçla yaşayan kılıçla ölür’ misali kendi bildiği oyunu oynuyor. Ve yer yer eleştiriliyor. Sistemin ve futbolun çok yavan olduğuna dair. Bence yanlış. Bu belki Fenerbahçe veya Galatasaray için söylenebilir ancak iki hafta üst üste alınacak mağlubiyetlerle özgüveni yerle bir olacak bir takım için söylenemez. Bu kadar kırılgan takımlar zaman zaman mağlup olmaktan korkarak iyi bir futbol oynayamayabilir. Bu nedenle genel olarak çok da göz zevkini olumsuz etkileyecek bir futbol oynamıyorlar.

Sivas’ta, başkan yatmıyor, hocanın kafası çalışıyor, futbolcular özverili oynuyor, halk da desteğini esirgemiyor. Bu durumda geriye kalan tek şey helva yapmak. Sivas geçtiğimiz yıl kıvamı tutturamasa da bana göre helvayı yaptı. Ancak insan yapa yapa öğreniyor demek ki… Bu yıl şu ana kadar oldukça iyi gidiyorlar. Artık insanların ‘Anadolu’dan şampiyon çıkmaz’ lafına itibar etmiyor. İşte o tabuyu yıkan takım olarak Sivasspor, bu istikrarlı gidişi sürdürebilirse lig tarihindeki efsane sezonlardan bir tanesinin altına imzasını atar.

23 Aralık 2008 Salı

Budur durum!

TFF'nin bünyesinde çalışan Futbol Geliştirme Merkezi (FGM) Herkes için Futbol (HİF) adı altında kapsamlı bir proje yürütüyor. Akademi Lig'leri gibi genç çocukları yarı-profesyonel bir yapıda futbol oynatarak, aynı zamanda tüm yaş gruplarını tek tek takım haline getiren projenin daha sayılması zor oldukça fazla kolu var. Bu kollardan bir tanesi de HİF projesi maçlarını yönetecek olan hakemler için oluşturulacak olan havuz. Halktan herkesi hakem olmak için davet eden TFF aynı zamanda geleceğin profesyonel hakemlerine de ilk adım olarak HİF hakemliğini gösteriyor.

Ben de konuyla ilgili TFF'ye bir broşür hazırlıyorum. Ancak bir konuda takıldım. MHK'nın kuruluş yılını internetten kör-topal öğrendim fakat içime sinmedi. "İyisi mi MHK'yı arayayım" dedim. Demez olaydım. Takip eden 10 dakika içinde günün kalan kısmını sinirli geçirmeme sebep olacaklarını düşünmemiştim. Utançtır bu! MHK'da çalışan üç kişi çalıştıkları kurumun kuruluş yılını bilmiyor. Ya da biliyor söylemiyor. Bu daha da büyük bir utançtı o asalaklar için... Daha doğrusu onlara "Kim ararsa arasın hiç bir şey söylemeyin" diyenlerin utancıdır. "Lanet olsun. En iyisi TFF'yi arayayım" dedim. Orası da çoktan devlet dairesi modunu aşmış. TFF'de hattına bağlandığım üç kişinin üçü de MHK'yı duyar duymaz, "Ben size MHK'nın numarasını vereyim oradan öğrenin" dedi. Git gide agresifleştiğimin farkındaydım. Ve sonunda patladım. Demek ki biraz bağırmak gerekiyormuş. Cep telefonu numaramı alarak beni hemen haberdar edeceklerini söylediler. Yok arayan falan... Yazık demekten başka bir şey gelmiyor içimden...

22 Aralık 2008 Pazartesi

Benden söylemesi

Her yerde savunuyorum bu adamı. Sağda solda hakkında yapılan analizleri ve çıkarılan olumlu sonuçları görünce seviniyorum. Bir sempati duyduğum açık. Ayrıca Beşiktaş’tan sonra hazır devre olmuşken, yüzeysel bir Skibbe-Galatasaray değerlendirmesi yakışır diye düşündüm.

Yukarıda da dediğim gibi Skibbe'yi geldiği ilk günden bu yana savunanlardan bir tanesiyim. Daha önce yeri geldi forumlarda yeri geldi bloglarda okuduk/yazdık. İlk zamanlar takım otursun o zaman konuşuruz diyorduk. Takım oturdu. Müthiş bir hücum hattı oluştu Galatasaray’da. Takım tek toplarla müthiş yardımlaşmalarla goller buluyor. Pozisyonlara giriyor. Orada eleştirilecek bir nokta olmadığı kanısındayım. Zira tıkanınca da Skibbe hücum konusunda renkli biri olduğundan hemen reçeteyi yazıyor. Ancak ne kadar gol atsa da bir türlü kalesini gole kapatamıyor. Lig başlayalı 4 ay oldu. Galatasaray’da çok şey değişti ancak ilk maçtan son maça bir tek savunma değişmedi. Halen açık veriyor, halen adam kaçırıyor Galatasaray savunması.

Ben bu noktada eksikliğin bek ve ön liberolardan kaynaklandığını savunuyorum. Özellikle kademe yapmayı bilen, hava toplarına çıkabilen, rakibe karşı vücudunu kullanabilen kısacası Hakan Balta'nın sağ bek versiyonunun takıma kazandırılması çok kritik. Uğur-Sabri-Serkan ile aşılabilecek bir sorun değil bu. Hele ki Barış ile hiç değil (Zaten oldum olası Barış'a ısınamadım, hiç bir Galatasaray taraftarının da ısındığını sanmıyorum). Galatasaray’ın blok olarak geri dörtlüsü savunmayı bilen adamlardan oluşmalı ki yerleşme ve kademe hatalar yapılmasın. Delgado’nun attığı gol de olduğu gibi… Bu durumda bekleri hücumda sıklıkla göremeyebiliriz. Ancak zaten Galatasaray’ın da şu anda hücumda pek de beklere ihtiyacı yok. Yarın da olacağı tartışılır.

Sağ bek transferi sonrasında ben bir de Ayhan-Linderoth değişikliği sanırım orta alanda istenilen sertliği de getirecek. Ve rakibin hücuma çıkışlar bu ikilinin baskısıyla karşılaşacak. Dolayısıyla yerleşim ve rakibi alma açısından stoperlerin daha fazla vakti olacak. Aynı şekilde takım gol yeme hastalığından kurtulursa savunmaya ve takımın geneline bir güven gelecek. Ve takım ilerleyen haftalarda daha az gol yiyerek daha net adımlarla ilerleyecek.

Bizim dışarıdan bakışımız bu kadar. Skibbe aldığı galibiyetler ve hedeflere olan uzaklıklara bakacak olursa hiç de fena olmayan bir pozisyonda. Artık sezonun kalan kısmında önümüzdeki yılı kurtarmak için sonuca oynamak zorunda. O da bunun farkında olacak ki dünkü basın toplantısında "Sizlerle biraz daha birlikte olacağım için mutluyum" böyle dedi. Artık gerisini de zaman gösterecek...

Süperdi...

Hep tartışılan bir olaydır. Disiplin-taviz. Takıma ikisini de ayarında uygulayan adamlar çok azdır ve bizim ülkemize nadir yolları düşer. Ben Skibbe'nin çağdaş bir futbol adamı olduğu düşüncesindeyim. Oyunculara karşı belli bir yaklaşımı var. Futbol yapısı olarak takımını belli bir mantık doğrultusunda oluşturuyor. Aslında sadece bu maçın değil, son haftaların süperi O... Lincoln'ü havaya sokan, Galatasaray'ı seyredilmesi zevkli bir takım haline getiren (Geçen yılı hatırlayacak olursak) bu adama bence zaman zaman haksızlık ediyorlar. Derbide kürsü senin Skibbe...

Hücumcular oynadı, savunmacılar seyretti

Beşiktaş’ın başına ne geliyorsa savunması yüzünden geliyor. Gökhan Zan - İbrahim Toraman maalesef Beşiktaş’ın yönetimini ve teknik kadrosunu yanıltıyor. FM’de de vardır ya böyle adamlar. Baktığınızda technical özellikleri anormaldir fakat en önemli olan mental özellikleri zayıftır. İşte bu ikili (kişisel bir görüştür) mental olarak zayıflar ve takımlarına yarardan çok zarar veriyorlar. Aynı şekilde bunlara bir de İbrahim Üzülmez eklenince, Sivok-Zapo ikilisinin yaptıkları da çöpe gidiyor.

Favori Galatasaray beklendiği gibi çıktı maça. 3-5-2’ye benzer bir sisteme dönerek son haftalarda formunu yukarı taşıyan Sarı-Kırmızılılar’ın 11’inde sürpriz yoktu. Taraftarın da desteğini arkasına alan Galatasaray, rakibin de kırmızı kart görmesiyle iyice rahatladı ve iyi oynadığı akşamda üç puanı dört golle aldı. Ve Türk insanı bir derbiyi daha oynanan oyundan çok hakemi tartışarak geride bıraktı.

Demirören'in kırmızı Ferrari'si


Derbi sonrası gazetelerin başvuracağı haberlerden bir tanesi de Mustafa Denizli – Ertuğrul Sağlam karşılaştırması olacaktır. Adamlar da haklı malzeme bol. Biz de girelim ucundan: Sağlam-Denizli karşılaştırması…

Bir kere derbide Beşiktaş’ın başında Sağlam çıkmış olsaydı belki Galatasaray yine kazanabilirdi; ama dört gol yemezdi. Keza Kadıköy’deki maçta rakibini yenebilirdi belki. Ama İstanbul’da Kocaeli’ne beş tane atamayabilirdi. Yine Gençlerbirliği deplasmanında üç gol bulamayabilirdi. Cümleleri hep –bilirdi diye bitiriyorum. Zira kendisi önce savunmanın üst seviyelerde olmasını tercih ediyordu. Az-çok Lucescu mantalitesine sahipti. İlk olarak 1-0 olsun bizim olsun düşüncesiyle maçlara çıkıyordu (Arada Kocaelispor gibi Hacettepe gibi alt klasman takımları saymıyorum). Bana göre kendisinin sonunu hazırlayan da buydu. Hani Bordeaux yazısında “Nedendir bilinmez futbolculuktan teknik direktörlüğe geçen bazı adamlar hem ekranda hem de kenarda güvensiz bir görüntü sergiliyor” dedim ya maalesef Ertuğrul da o sınıfa girdiği için kaybetti. Taraftar bir türlü güvenemedi O’na… Sonrasında olanları biliyoruz. Demirören’in kırmızı Ferrari’si Beşiktaş’ın şoförü değişti. Ve Beşiktaş belki de sezonun kumarını oynuyordu.

Direksiyona arabayı daha hızlı süren Denizli geçti. İlk maçı 3-1 kazandı. Baktı ki araba basınca gidiyor, hız kesmedi. Ancak bu kadar yoğun trafikte ne kadar sürat o kadar riskti. İlk uyarı da daha ertesi hafta Sivas’tan geldi. Sonra ligin gol pozisyonu/gol atma konusunda en kötü takımı Hacettepe’den gol yerken, savunma anlamında problem yaşadıklarını fark etmedi. Ya da biraz sürat yapmak hoşuna gitmişti. Savunmayı pek de düşünmüyordu o sıralar.
Ertuğrul Sağlam’ın takımına oranla oyuncuların Denizli ile biraz daha iştahla oynadıklar göze çarpıyordu. Kayserispor maçında Denizli ilk tam puanını kaybediyordu. Sonrasında bence mağlup olunması hayırlı bir maçı beş golle kazanırken, her şeyin yoluna girdiği düşüncesi doğuyordu akıllarda. Oysa ki; Beşiktaş inanılmaz yerleşim hatalarıyla önüne gelenden gol yiyordu. Ve Denizli ısrarla sistemden vazgeçmeyeceğini belirtiyordu.

Fenerbahçe maçı öncesinde Eskişehir’i iki golle geçen Siyah-Beyazlılar, tahmin etmedikleri bir tabloyla karşılaşacakları dört haftalık periyoda giriyordu. Beşiktaş ilk olarak belki de son yılların en kötü Fenerbahçe’siyle Kadıköy’de karşı karşıya geliyordu. Karşılaşma 2-1 kaybedilecekti ve Denizli bu maçtan sonra oyuncu tercihleri nedeniyle eleştirilecekti. Ancak yine de takımının 10 kişi kalması seslerin çok yükselmemesini sağlayacaktı. Bir kere düşmeye gör… Sonraki hafta evinde Ankaraspor’u ağırlayan Denizli’nin talebeleri çoğu kişinin kırmızı karta bağlayacağı 3-1’lik mağlubiyetle sahadan ayrılacaktı.

İlk yarı Galatasaray maçıyla son bulacaktı ve Beşiktaş bu maça Ankaragücü’nü 1-0 yenerek geliyordu. Rakiplerden bir tanesi formunu üst seviyeye taşırken diğeri düşüşü engelleyemiyordu. Ve Ali Sami Yen’deki maçın başlama düdüğü çalındığında Sarı-Kırmızılı takım karşılaşmanın favorisiydi.

Favori yanıltmayarak rakibini 4-2 mağlup ediyordu. Ve Denizli basın toplantısında takımının 27-28’inci haftalarda istenilen yerde, istenilen düzeyde olacağını söylüyordu.

Veriler sağlam yerden. Ertuğrul Sağlam takımı bıraktığında 6 maçta 14 puan toplamış Beşiktaş. Sonraki 10 haftada alınan puan sayısı da tıpkı ilk 6 haftadaki gibi 14. Bunun yanında sıralamadaki yer de değişiyor. İlk 6 haftanın lideri Beşiktaş, ilk yarıyı zirvenin altı puan uzağında ve yine 6’ıncı sıradan takip ediyordu.

Şüphesiz iki teknik adamın rakipleri aynı kalibrede değildi. Fikstür açısından dezavantajlı olan taraf Denizli’ydi. Ancak yine de bu Denizli’nin doğru adam olmadığı tartışmasının cevabı değildi ve zirve yarışı şekillenmeden de bu soru cevapsız kalacak kimine göre.

21 Aralık 2008 Pazar

Nasıl ama?

NTV haberine kıyak bir fotoğraf bulayım diye internette biraz arama yaptım, derken yukarıdakini buldum. Herhalde yakın birisi uyardı da kestirdi saçları. Kestirmeseydi, bu saçlar her türlü yorumun önüne geçermiş.

Yüzde 40 futbol

Daha önce fazla da izlemediğimden dolayı dikkatimi çekmemişti. Geçenlerde İyi Orta Gol Olur’da okudum. Bu açıdan biraz da çakma haber oldu ama yazmadan da duramıyoruz. Eğer bir maç sonrası yorum dinleyeceksek adres NTV. Yine geçtik ekran başına açtık ‘%100 Futbol’u. Hakan Ünsal – Sergen Yalçın Ali Sami Yen’de, Rıdvan Dilmen – Güntekin Onay stüdyoda derbiyi yorumluyor. Daha dakika bir Skibbe’den giriyor Hakan. Arda’yı sol tarafa hapsettiğinden başlıyor, hakemle, Mustafa Denizli ile bitiriyor. Hiç demiyor ki Galatasaray maç boyunca bulduğu gol pozisyonu sayısından, oynadığı pozitif futboldan bahsetmiyor. NTV’nin ‘%100 Futbol’unun Rıdvan-Güntekin ikilisiyle daha güzel olduğunuysa Sergen’in konuşmasıyla anlıyoruz. Agression 20 olmuş. Surat kıpkırmızı. Lafa başlıyor, bağırıyor-çağırıyor. Takmış yabancı oyuncuların kırmızı kart görmesine. Rıdvan “Ama Delgado’nun atılması haksız bir karardı demiştin ki ben de katılıyorum. O zaman bu yorumdan Delgado’yu çıkarmak lazım” diyerek aslında bir abi yardımı çekti ama hak getire. Sergen olayı kafada kurmuş. Aşağı-yukarı 50 dakika yayında kaldılar. Hakan’ın Galatasaray ve özellikle Skibbe hakkında olumlu yorum yaptığını duymadım. Duymadığım bir konu daha vardı: o da Sergen’in Mustafa Denizli hakkında bir tek olumsuz eleştiri yapmaması… Yukarıda da dediğim gibi Rıdvan-Güntekin devam etsin. Biz Rıdvan’ın Semih’i oynatmayınca Aragones’e sallamasına razıyız.

UEFA'dan haberler serisi



Aynı konu üç farklı haber. Kura çekiminin yansımaları devam ediyor blogda… Hazır motiveyken araları soğutmayalım dedim. Karşınızda Bordeaux…

Nedendir bilinmez futbolculuktan teknik direktörlüğe geçen bazı adamlar hem ekranda hem de kenarda güvensiz bir görüntü sergiliyor. En azından ben bazısına karşı bu görüşleri taşıyorum. Laurent Blanc da onlardan bir tanesi. Hani başarısız olmasına karşın Roy Keane, bana güvenin dese güvenirsin de bunu Southgate dese bir soru işareti çıkar kafada. Ben Blanc’ı da bu güven vermeyen teknik adamlar arasına koyuyorum. Fark etmeden bir dosya konusu buldum. İlerleyen günlerde blogda sahadan kenara geçen fakat güven vermeyen veya vermeyecek olan futbolcu/teknik adamları okuyabileceksiniz.

Konudan uzaklaşmadan analize devam edelim. Oyuncu analizine girmeyeceğim tek tek ancak atlamadan Obertan için iki cümle yazmak istiyorum. Obertan, üç yıldır ‘ben topçu olacağım’ diyordu. Kısmet herhalde bu yılaymış. Kabak çekirdeği gibi açıldı son haftalarda.

Bordeaux’ya gelince; bu yıl Şampiyonlar Ligi’nde Cluj’u saymazsak iki rakibi karşısında da yaratıcılıktan uzak bir futbol oynadı. Bana göre bir tek kendi evlerindeki Chelsea maçında karakterli bir futbol oynadılar ki bunda Scolari’nin payı da oldukça yüksekti. Fransızlar kendi liglerindeyse Chabani Dalma Stadyumu’nda namağluplar. Gerçi ben hiçbir türlü Fransa Ligi’ni Avrupa’nın diğer lokomotif üç ligi ile karşılaştırmam ama bizim ligimizi de göz önünde bulundurursak önemli bir istatistiktir.

Özellikle bu yıl Fransa’nın uyuşuk futbol yapısından uzaklaşarak II. Lyon olma yolunda atılımlar yapan Bordeaux’da Galatasaray’ın dikkat etmesi gereken adamlar belli: Chamakh, Gourcuff, Wendel, Cavenaghi…

Galatasaray’ın ofansif futbolu, Bordeaux’un da değişen futbol yapısı bence Sarı-Kırmızılılara gol olarak dönecektir. Özellikle ilk maçta deplasmanda atılacak gol ve goller Ali Sami Yen’de maçın daha rahat oynanmasını sağlar. Tüm bunların yanın bir de son iki yıldaki eşleşmeleri koy. Bundan iyisi Şam’da kayısı her haliyle. İlk maç 18/19 Şubat’ta Fransa’da, rövanş ertesi hafta Ali Sami Yen’de.

19 Aralık 2008 Cuma

Bir kura çekimi daha böyle geçti


Eskiden ne kadar takımlar için takip ediyorsam o kadar da Celta de Vigo ve Galatasaray SK telaffuzlarını işitmek için takip ediyordum kura çekimlerini. Esasoğlanda müthiş maçlar bizi bekliyor. Yardımcı başrolün kuraları ve geleceği içinse şimdiden konuşmak erken olur. Zaten detaylı öngörü sonraki haberimizin konusu. Bu arada kura çekimlerinde ballı dediğimiz Galatasaray yine 'idare eden' düzeyde bir rakip çekti. Bu uğur meselesi Sinyor Bartu'dan mı kaynaklanıyor ne?

Avrupa'da kura günü

Grup kuraları çekildiğinde büyük çoğunluk (ben dâhil) fikstürü de işin içine katarak Galatasaray’ın şanslı olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle beklenen oldu diyorum. Şimdi sıra knock-out maçlarında. Bazı hocalar vardır ya; lig malum uzun maraton sonunu getiremez ama Şampiyonlar Ligi, UEFA Kupası gibi knock-out maçlarında şov yapar. Benim bu konuda favorim Rafa Benitez’dir. Ligde Rijkaard’ı koy Şampiyonlar Ligi’nde Rafa’yı… Bu arada Şampiyonlar Ligi demişken, kura çekiminde ilk onlar sahne alacak. Ardından UEFA Kupası kuraları çekilecek. Türk futbolseverinin gönlü Aalborg- Bordeaux-Marsilya üçlüsünde. Ancak bu üçlü dışından kim çıkarsa da çıksın bence maç ortada olur. Bu sene kura işlerinde hep şansı yanındaydı Galatasaray’ın. Kura saatini bekliyoruz. İşte takımlar:


UEFA Kupası

Şampiyonlar Ligi

Uche görmesin

Sağ olsun Fanatik’tekilerin şu manşeti olmasa yeniden sahalara dönüş yapamayacaktık herhalde… Sağ-ön-yan-çapraz bağlarımda zedelenme olduğundan dolayı (şu sakatlık bölgesine hastayım, çapraz bağlar) 10 gün sahalardan uzak kaldım. Ancak salonda çalıştım, kopmadım futboldan yani… Ancak gelin görün ki kriz ortamında herkes gibi biz de fazla mesai ile puan toplamaya çalışıyoruz. Artık daha bir sık duyar olduk işten çıkarma haberlerini. Eşin dostun kulağına bizim de haberimiz gitmesin diye uğraşıyoruz. Şaka bir tarafa bayram öncesi evin yolunu unuttuk işler yüzünden. Haliyle bayram da yorgunluğun atıldığı, bilgisayardan uzak bir ihtiyaç molasına dönüştü. Biraz kişiselleşti haberin girişi uzatmadan konuya girelim. Önceki gün muhtemelen Fanatik’teki acar arkadaşlarımızdan bir tanesine “Oğlum sürmanşette Uche transferini kullanıyoruz. Şöyle kıyak bir Uche fotoğrafı bul” dediler. O da fazla uğraşmadan Google’a danışmış. Zira ‘Uche Getafe’ görsel aramasının daha ilk sayfasında, manşetteki fotoğrafa rastlıyoruz. Hadi o gözünden kaçırmış. Ancak hata editöründen yayın sorumlusuna kimsenin dikkatini çekmemiş. Bir seçenek daha var ki o en vahimi… Uche ile Martins arasındaki farkı sezememiş olmaları. Bu seçeneğin gerçek olduğuna ihtimal vermiyorum, zira Fanatik gibi 14 yılı deviren bir gazete çalışanı böyle hata yapmaz. Konu bundan ibaret. Bu arada bloga haber girme konusunda da yeni bir dönem olarak adlandırıyorum bugünü. Gerçi Ronaldo’dan beter oldu şu bizim sahalara dönüş hikayesi ama bu kez daha daha bir sağlam asıldım kramponun bağcıklarına. Kopana kadar da mücadeleden kaçmak yok.

8 Aralık 2008 Pazartesi

Yazık bu adama

İbrahim Üzülmez, futbolcu olmayı başarmış. Ona bir lütuftur bu. Zira futbolcu olamasaydı başka bir iş bulamazdı kendine. Buna kim bu gazı veriyor, kim sensin paşam diyor bilemedim. Külhanbeyi gibi… Kim gelse karşısına, tokat, tekme ayar veriyor. Maç bitmiş, üç kuruşluk top oynamamışsın, kaybetmişsin. Kimsin ki gidip Ankarasporlu oyuncuya tokat atıyorsun? Şu adamı Beşiktaş kulübüne yakıştırıp kaptanlık verenlere, bırakın kaptanlığı forma verenlere yazık. Gol sonrası sevinci abarttı diye gönderilen Pascal Nouma, İbrahim Üzülmez’den iki gömlek iyidir rakip takım taraftar gözünde.

Seri uzadığı için kabak tadı vermemesi adına başlığı uzatmadım. Nefretverenler dedik ya. Cumartesi günü Tello’nun o yumruğunu 20 cm önünde göremediyse, yan hakem denen zavallı, bıraksın o bayrağı. Gitsin evinde Digiturk’ten seyretsin maçları. Çünkü kendisinden daha iyi olan hakemlerin önünü tıkamaya hakkı yok. MHK’nın da gözüne girsin o pozisyon. Ne durumda olduklarını görmeleri için.

Cumartesi maç ziyafeti

Cumartesi U14 ve U15 kategorisinde oynanan Beşiktaş-Galatasaray maçlarını izledim. Fulya’da Şan Öktem Tesisleri’nde oynandı iki maç da. Ancak Fulya’da Şan Öktem Tesisleri diye bir şey kalmamış. Maçı Yemen Ekşioğlu, Mehmet Ekşi, Fenerbahçeli Müjdat gibi eski futbolcu kadrosuyla izledik. Yemen Ekşioğlu hayli dertli: “Şarapçıya, eroinmanlara verdiler tesisleri” diyor Şan Öktem binası için. “Çocukları burada gecekondulara koydular” diye de ekliyor.

Saat 12:30… U14 maçı için iki takım da sahada. İki takımın 10 numarası aynı zamanda kaptanlar. Beşiktaş’ın kaptanı meşhur Muhammed. Maçlar 35’er dakikalık iki devre halinde oynanıyor. Ve ikinci yarıya başlarken üç farklı oyuncuyu sahaya sürmek zorundasınız. Galatasaray Beşiktaş’a oranla oldukça kuvvetli. Aslında iki takım da A takımlarıyla benzerlik göstermiyor değil. Galatasaray sürekli ayağa oynuyor. Oldukça bilinçli. Topun arkasına geçmeyi iyi biliyor. Beşiktaş ise en kısa zamanda ileri uç oyuncularına nasıl top geçiririmin derdinde. Uzun-kısa fark etmiyor, aldıklarını 9-11 ikilisine atıyor. Muhammed demişken Galatasaray’daki 7 numara Samet’i de atlamamak lazım. Kısa boylu. Ancak kuvvetli. Topu aldığı gibi çizgiye de inebiliyor, içeri de dalabiliyor. “Bu çocukta iş var” dedirtiyor. Oyuncu değiştirme kuralı bir kez daha devreye giriyor ve hocalar toplamda beş mecburi değişiklik için yedek kulübesine başvuruyor. Ve Galatasaray’ın hocası kaleci değişimine gidiyor. Maçın bitimine 15 dakikadan az kalmışken yapılan bu değişim ters tepiyor. Girdiği dakikadan itibaren tedirgin gözüken 12 numara, son dakikada hatalı çıkıyor ve top ağlarda. Beşiktaş golü buluyor. Ardından son düdük. İşte maçın hareketi. Beşiktaş’ın antrenörü, hatalı gol yiyen ve maç sonrasında yere yığılan Galatasaray kalecisine koşuyor. Önce kaleciyi teselli ediyor, sonra takımını topluyor tribüne götürüyor. Unutmadan, karşılaşmada çıkan iki sarı karttan bir tanesi hakemi aldatmaya yönelik hareketten Muhammed’e çıktı. Ne kadar manidar değil mi? Daha bu yaşta…

Saat 14:20… Küçüklerden sonra sıra U15’te. Küçüklerden sonra diyorum, zira U15 takımı bayağı bayağı koca adam. Fizikler boylar, U14 takımının neredeyse iki katı. U14 kuralları burada da geçerli. Maça Beşiktaş başlıyor. Az önce biten maça oranla oldukça sert geçiyor. Fulya’da kemik sesleri! Muhabir olsa yarının başlığı hazır. Hakikaten de öyle ama. Kimse toptan sakınmıyor kendini. Kenardakilerin gözüne girebilmek için canla-başla top oynuyor. A takımla benzetmeler yapıyorum. Galatasaray’ın 11 numarası bildiğin Kewell. 3 numarasıysa Hakan Balta. Ancak bir 8 numarası var ki ayrıca bir cümleyi hak ediyor. Her topa basıyor, bir sağda bir solda. Bir bakıyorsunuz savunmada son adam, diğer pozisyonda son pası veren 10 numara. Sıra Beşiktaş’ın gençlerinde. 10 numara sol ayak ama Felipe gibi sağdan içeri girmeyi seviyor. Hocası da yol vermiş sağ kanatta oynuyor. Kartal’ın savunmasındaki ikiliden herhangi birini Gökhan yerine A takıma koy sırıtmaz. Ancak Beşiktaş’ın kaleci problemi alt yaş gruplarında da var. U14 ve U15 takımlarının kalecileri rakiplerine oranla oldukça kuvvetsiz ve kısa. İki yaş grubu maçında da kaleyi gören vurdu Galatasaray’da. Maç ilk yarıda 8 numaranın attığı gol ile 1-0 sona eriyor.

U15 maçı da sona eriyor. Maç sonrası biraz Mehmet Ekşi ile sohbet ediyoruz. Beşiktaş’ın alt yapı organizasyonunun oldukça büyük yol kat ettiğini ve bu konuda bir hegemonya boyutuna ulaşan Galatasaray hâkimiyetini yakalamak üzere olduğunu söylüyor. Ve Fulya’daki futbol ziyafeti gün için sona eriyor.