23 Kasım 2009 Pazartesi

Sivil hayattan son cümleler...

Artık sivil hayatın son günleri… Nerden baksan 20 gün kaldı kışlaya teslim olmaya. Pardon! Katılmaya… Gün sayıyoruz anlayacağınız… Hal böyle olunca blogu boşlayacağımız aşikâr. Daha şimdiden zarar gördü haber trafiği. En son iyi bir istikrar yakalamıştık. Yapıya zarar vermeden kilit vurmak en iyisi diye düşündüm. Altı ay kadar kapalı kalacak dükkan. Fırsat olur da arada post girer miyiz bilmiyorum. Bildiğim tek şey döndüğümde takip eden ekibin tekrar adresi tıklayacağı… Herkesin gönlü hoş olsun…

16 Kasım 2009 Pazartesi

Arapas

Fotoğraflardaki ikiliyi tanıyoruz... İkisini yan yana görüyoruz. Çünkü ortak noktaları var... İkisinin de babası zengin. Biri bir sıpa istiyordu diğeriyse tuttuğu takımın başkanlığını. Filmin çekildiği yıllarda herşeyin bir bedeli yoktu. Bugünlerde var... Parasıyla başkanlık yapıyor.

Bu fotoğraf 'Ters Manyel'den... Koyu Beşiktaş taraftarı. Uzun süreden bu yana takip ediyorum. Oldukça eğlenceli bir o kadar da zekice haberler yazıyor. Akıcılık konusunda en iyilerden bir tanesi nazarımda. Okumaktan zevk alıyorum açıkçası... Arada argo da sallıyor ki onun yazılarda pek de kaba bulmuyorum. Aksine sanki onlar olmasa kötü olacakmış gibi duruyor. Velhasıl her sabah ofise geldiğimde arapastaki linkleri geziyorum. Biliyorum ki kesin yazacak güzel birşey bulmuştur... O da 'Yeter'ci -gerçi ben Galatasaraylıyım ben bile yeter diyorum- diyen gruptan. Güzel bir post girmiş. Bu da ara fotoğraflardan bir tanesi. Bir de şu haberi var ki mizah anlayışını buradan anlayın...

11 Kasım 2009 Çarşamba

Resmi açıklama!

Böyle bir açıklama antu.com'dan yapılsa anlarım da kulübün resmi sitesinden yapılması üzüntü verici... Fanatiklerin tepki göstermesi gayet doğaldır bu söylemime ancak emin olun normali bu değil. Işın Çelebi ve Adnan Polat'ın söyledikleri ne kadar doğruysa şüphe yok ki bu yazılan da doğru. Lakin arada bir üslup farkı var ki arada uçurum var... Fenerbahçe'nin resmi açıklaması şöyle;

10 yıldır değişmeyen gerçeği bu denli yan yollara saparak göz ardı etmenin hiç kimseye fayda getirmeyeceğini, rakibi tebrik etmeninin de bir erdem olduğunu kendilerine ayrıca hatırlatmak isteriz.

Mahallenin Rıfat abisi...

Eski dokusunu koruyan mahalleleri bilirsiniz. Örneğin Samatya o eski yapısını kaybetmemiştir. Bendeniz neredeyse doğma büyüme Kocamustafapaşa’lıyım… Samatya ile hem coğrafi açıdan yakındır birbirine hem de kültürel açıdan…

Dün akşam vakti eksilerden bir olay aklıma geldi. Biz hatırladıkça kahkahalara boğuluruz. Bloga koymaya karar verdim sabah… Aynı anda mekanda olmayanlara bu gibi anıların anlatılması büyük risktir… Anlatılması sonucu alınan kötü reaksiyon dumur olmanıza neden olur. Neyse ki blogda böyle bir risk yok! Gülerek yazıyorum, ilginize sunuyorum;

Kocamustafapaşalıyız biz… Kurusebil sokakta geçti hayatımızın uzunca bir bölümü (Aşağıdaki haritada sokağın neresi olduğunu görebilirsiniz)… Hala da oradayız (Yeşil ile işaretlenen apartman)… Arabacı Beyazıt Mahallesidir bizim ora… Paşa’nın göbeği otobüs duraklarının hemen arka sokağıdır… Yıllara meydan okuyan oduncusu (Sarı ile işaretlenmiştir), elli kere el değiştirmesine, uzun süre kapalı kalmasına rağmen hiçbir zaman farklı bir sektöre döndürülemeyen köşedeki kahvesi (kırmızı ile işaretlenmiştir), en az oduncu kadar sokakta ikamet etmişliği bulunan Nuri Bakkalıyla (beyaz ile işaretlenmiştir) herkesin birbirini tanıdığı bir sokaktır orası. Ev sahiplerinin büyük çoğunluğu uzun yıllar önce yerleşmişlerdir bu sokağa. Onlar birbirleriyle arkadaşlık ede dursun siz de onların torunları veyahut çocuklarıyla geçirmişsinizdir ufaklık çağınızı…

İşte bu mahallede bir Rıfat abi vardı… Semtin eski kabadayılarından… Kabadayı işte, Ağır Roman’daki Sado misali. A’dan Z’ye herkesin saygı gösterdiği, çocukların ve delikanlıların idolü kabadayı Rıfat… Asıl adı George (Corç)… Ermeni kendisi… Ancak doğduğu bölgedeki Ermeniler’in isim politikasından dolayı kimlikte Rıfat yazıyor. Bilen bilir, Ermeni kardeşlerimizin bir kimlik ismi vardır bir de ailesinin kendisine seslendiği ve adı papaz tarafından vaftiz esnasında kulağına söylenen ismi… Bu abimizin isminin akıbeti de dönemin klişe politikasıyla birlikte aile içinde farklı sokakta ayrı dillendiriliyor.

Konuya dönelim; bu Rıfat abimizin Mikael (maykıl) isimli bir oğlu var. Biz 15’imizdeyken Maykıl 28’indeydi… Aramızda bir jenerasyon fark var kısacası. Babanın oğluna düşkünlüğü öyle böyle değil. Araba alıyor, dükkan açıyor, ev kuruyor… Madden ne kadar destek oluyorsa manen sınırı olmayan bir sevgi besliyor oğluna…

Kahvenin köşesinde otururdu mahallenin eski abileri (Kırmızı ile çarpı atılmış olan yer)... Uzuncaova da derler oturdukları kahve köşesinin sokağına… Velhasıl, Rıfat abinin Maykıl’a açtığı dükkanı görmektedir bu kahve köşesi… Hatta karşı karşıyadır diyebiliriz kahve ile (Mavi ile işaretli olan yer)… Ancak yolun sapa tarafındadır bu dükkan. Bezirgan odalarının gecekonduları vardır dükkanın sırtında. Sokağın o köşesi önem teşkil etmez. Kahvenini sağ köşesi ile karşı karşıyadır dükkan… Abiler ise daha çok sokağın iç kısmına bakan kahvenin sol köşesinde oturur, yolun sonundaki caddeye kadar keserler sokağı ne olup ne bitiyor diye…

Herhangi bir gün, bir müşteri kapıda Maykıl’ı beklemektedir. Maykıl ise seyyar satıcıların sırtında taşıyarak mahalle mahalle dolaştığı mantar panoya tüfekle ateş etmektedir. Rıfat abinin arkadaşlarından bir tanesi bu duruma şahitlik etmektedir. Ve Rıfat abiye Maykıl’ı şikayet eder; “Yahu Rıfat abi, senin oğlana bak Allah aşkına... Müşteri kapıda bekliyor seninki tüfek atıyor.” Rıfat abi de oğluna hayran hayran bakar bu şikayetin ardından… Ve olayı unutulmaz kılan bir karşılık verir:

“Oooo. Ata da çok iyi biner namuzsuz…”

Muadil bir olayda baba oğluna kızar, “müşteriye baksana oğlum” diye fırça çeker. Ancak Rıfat abi için konu Maykıl olunca o olaya başka bir tarafından bakıyor… Toprağı bol olsun. Seveni çoktu ve ne olursa olsun o varken, sazlar Kerami abilerin, Yakup’ların, Aydın’ların elindeyken sanki daha bir güzeldi mahalle…

10 Kasım 2009 Salı

O artık olmayacak!

Alman futbolunu takip edenler O’nu yakından tanıyorlar… Ben de Almanya’da yaşayan dostlarıma yaptığım sohbetlerden içine kapanık olduğunu özellikle kızını kaybettikten sonra büyük travma yaşadığını öğrenmiştim. Önceki hafta antrenmana çıktığı arkadaşları nasıl kabullenir yakın çevresi nasıl bir teessüre bürünmüştür tahmin edemiyorum… Türkiye’den geçmişti yolu. 1 maçlığına Kadıköy’de forma giymişti. Robert Enke, yüksek ihtimalle intihar ederek hayatını kaybetti. Polis öyle rapor yazmış zira... Arabasıyla tren yolunda durduğu yazılıyor. Futbolu seviyoruz sevmesine de bir de şöyle şeyler olmasa derinden etkilenmeyeceğiz…

9 Kasım 2009 Pazartesi

Devam et!

Fuardaydık… Tüm vaktimizi, tüm enerjimizi orada harcadık. Bilgisayarla çok az işimiz oldu onda da bloga giremedik. Özelikle son beş gün kendimize bile vakit ayıramadık…

Zaten son bir ayımız kaldı sivil yaşamda… Sonrası askeriyede bizi bekliyor. Daha ne kadar süre yapacağımız belli değil. Gönlünden ne geçiyor derseniz onu da bilmiyorum. Ama bir ay bir aydır diyerek bloga geri döndüğümü müjdeliyorum.

Son olarak blogda istikrar sağlanacak dedim; ancak bu kopuşu saymıyorum. Zira hiçbir şeye vakit ayıramadığım için suçlu hissetmiyorum kendimi.

Sözün özü… Dükkana geri döndük. Açılın…

3 Kasım 2009 Salı

Yürüyedur...

Yeni etknik direktör başarısız birkaç sonucun ardından (Sanırım sadece ülkemizde oluyor bu) “enkaz teslim aldım” der ya… Phoenix ile Terry Porter dönemini de buna benzetiyorum. Futbol ile ilişkilendirecek olursak; takım 4-3-3’lük… Genel kabul gören sistem ise 4-4-2… Terry Porter ne yaptı geçen yıl? Yıllar öncesinin sistemini getirmeye çalıştı… hem de hiç uymayan bir takıma; 3-5-2… Takım her haliyle enkaza dönüştü. Bıraktığı noktada takım ne hücum yapabiliyordu ne de savunma… Düşünün hücum bile yoktu.

Bu yıl ise 3-0 ile başladılar. D’Antonili dönemden pasajlar izliyoruz maçlarda. Ve kesinlikle bu hali hoşumuza gidiyor Suns’un… Kolay rakiplerle oynadığı aşikar ancak parkeye yansıttıkları potansiyel şimdiden heyecanlandırıyor insanı. Play-off’lar garanti gibi gözüküyor bu yıl… İlerisi eldeki kadroyla halen hayal gibi duruyor. Ama yine de geçen yılki gibi olup, Konferans yarı finali gibi bir başarı yakalayacaklarına bugünkü gibi oynayıp ilk turda elenmelerine razıyız.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Ekim'ler onların, Mayıs'lar bizlerindir

Metin Özülkü ve Ercan Saatçi denen adam müsvettelerinin TV programında küfür ettikleri bir ortamda taraftarı olduğum bir kulübün başkanı’nın resmi yayın organında kullandığı bu lafı haber yapmak ayıp olmaz diye düşündüm… Bu arada adam yerine konulup bir yerlere itilen bu adamların iğrenç muhabbetleri konusunda da yazmayacağım. Acizlikleri ve kızaran yüzleriyle (sanmıyorum gerçi) kalsınlar… Unutmadan Galatasaray hukuki girişimde bulunmuş ancak; sonuç alınacağını sanmıyorum. Yine de olsun. En azından babalarının çiftliklerinde olmadıklarını hatırlarlar bir ihtimal…