27 Ağustos 2010 Cuma

Alın Size Galatasaray!

Temizlenemeyecek, unutulmayacak bir sezon başlangıcı, asla örtülemeyecek bir futbol skandalıdır dün gece Ukrayna’da alınan sonuç! Ve bu skandal bu takım kadrosunu oluşturan, 400 günlük sorunlara 80 gündür çözüm bulamayan, koca bir transfer sezonunu çöpe atmış yönetimin eseridir. Rijkaard’a dil uzatan taş olur… Koca maç boyunca koşmayan, topa girmeyen hepsini geçtim 10 kişilik rakibe karşı topu ayağında tutamayıp, maç boyunca dan-dun oynarken son dakikalarda kısa paslarla çıkmaya çalışarak top kaybı yapan bir takımda hataları Rijkaard’ın üzerine yıkan gitsin evine, kazak örsün ama futbol konuşmasın, izlemesin.

Derdimiz belli! Oyuncu kalitemiz zaten dibe vurmak üzere. Kewell yok, burun kıvrılan Elano yok, maçı çevirmesi olası Batdal yok! Kulübeye bakın hangisi maç kurtarır yalvarırım bana mail atın ben de bileyim. Kulüpten emekli olması muhtemel Aydın’ın attığı gol Konya’dan sonra bir kapı daha açabilirdi ancak zaten işler romantizme kaldıysa ona da gerek yok! Galatasaray’ın ister Ukrayna şampiyonu olsun, ister 90 değil 180 dakika koşsun, stadyumunda değil 20 bin 80 bin kişi olsun şu takımı eleyerek üst tura çıkması şart değil kanundur… Şimdi elenmenin sebebini ister Rijkaard’a bağlayın, ister transfer gecikmesine isterseniz de zemine…

Ne oldu? Ben bunu merak ediyorum. Bir yıl içinde değişen ne oldu? Keita, Elano, Dos Santos, Jo transferleri yapılırken UEFA kriteri yok muydu? Sabredip bu adamları (Jo hariç) kadroda tutamadıktan, teklif gelir gelmez satmaktan başka bir çare yok muydu? Şampiyon olsak kaç yazar, 5’inci olsak kaç yazar? Türkiye’nin Avrupa Kupası’na sahip tek takımı ön elemelerde beş kuruş mücadele etmeden (futbolu ve sistemi eleştirmiyorum, mücadele) elenmiş… Bu takım ligdeki tüm maçları kazansa neye yarar? Seviniriz, eğleniriz formaya tur atarız o başka ancak bu skandalı ve ayıbı hangi başarı örter bu saatten sonra bilmiyorum.

Açık ve net konuştu Rijkaard! Uzatmanın veya dolandırmanın ne anlamı var ne de gereği. Savunmacı istedim almadılar. Sen hocanı satarsan; hocan da seni böyle taraftarın önüne atar. Şimdi Misimovic’i mi getiriyorsun, Emana’yı mı getiriyorsun getir. İstersen Cristiano Ronaldo’yu, Ronaldinho’yu getir. Bu ayıbı örtebileceksen Messi’yi getir. Ama örtemezsin. Tromso maçını hatırlıyorum, rakibi futboldan soğutmuş, oyunu basket maçına çevirmiştik. Şu maça bir bakın! Galatasaray’ın organize atağı var mı? Rijkkard mı suçlu bunda yoksa o adama sezona sağ bek olarak Ali Turan, orta üçlü olarak Sarp, Barış, Ayhan ile başlatmayı dayatan yönetim mi? Diyorum ya, şimdi UEFA kriterleriyle mutlu mesut Türkiye Ligi’nde oynasınlar. Şampiyon falan olunursa sakın övünmesinler, konuşmasınlar. Bu ayıbın altında onların imzası vardır, Hatayı ve suçu kabul edip bir köşeye çekilsinler ve şunu bilsinler; Sen Rijkaard gibi bir hocayı takımın başına geçirip, istediği transferi yapamıyorsan o adamı da buralara kadar getirme! Bırak otelde oda servisinden viski isteyip, çocuğuyla ilgilensin, ailesine zaman ayırsın. Taraftar dahil kimseyi sinir hastası yapma hakkınız yok! Bir ay değil, iki ay değil, üç aya yaklaşan transfer döneminde bir tane orta alan oyuncusu takıma katamıyor, transferleri sezon öncesine kampına yetiştiremiyorsan bu senin ayıbın, yaşanan bu skandal da senin ürünündür, suçlu arama!

“İstifa etmeyi düşünmüyorum, yapacak çok iş var.” Sözler Rijkaard’a ait. Neyse ki İngilizce konuştu da kulüpte neler olup bitiyor anladık. “Alınan oyuncuların hepsi sakat, herkes neredeyse sakatlandı. Defansa da oyuncu istedim. Elinizdeki ürün ve kalite böyle olunca bu tip sonuçlarla karşılaşıyorsunuz” bu sözler de Rijkaard’ ait. Şimdi isterse oyuncular hocalarını satsın ister yönetim hocayı göndersin isterse de Yücedağ yine yanlış çevirdim desin. Diyorum ya bu saatten sonra kim ne yaparsa yapsın şu ayıp ne örtülebilir ne de unutulabilir!

Galatasaray camiasında başarılı adama yer yokmuş onu A’sından Z’sine anladım. Üstünel iki başarılı transfer yaptı, ayağı kaydırıldı. Daha ö günlerde belliydi. “Transfer Haldun’un değil komitenin başarıları” demişti Mehmet Helvacı ve Adnan Polat… Adnan Sezgin fantezimizi zaten anlamış değilim. Üstünel’e o bütçeleri önerme şansını veren sokaktaki taraftar değil yönetimdi ve eleştirme hakları yok! Alsınlar bu sonucu baksınlar hatalarına ve unutmasınlar, bu sonuç kongrede de karşılarına çıkar, Ali Sami Yen’de de… Zaten ne konuşuyoruz ki biz? Koskoca Galatasaray iki yıl boyunca hocasının derdini basına ve taraftara anlatabilen bir tercüman bulamamış, son getirdiği de üç maymunu oynuyor, telkinlerle çeviriyor. Hangi skandaldan hangi olmamışlıktan bahsedeyim ben de şaşırdım…

24 Ağustos 2010 Salı

Arapas...

Artemio Franchi blogunda geziniyordum... Daha önce dikkatimi çekmemişti ancak; tekrar okuduğumda gözümden yaş geldi. Belki çok komik bir tespit ya da espri olsun diye yazılmış bir şey değildi ama biz Galatasaraylıyız ve bugünlerde sinirimiz bozuk!

Tecrübe desek, Aykut 2003'ten beri 61 maçta forma giymiş, Ufuk Ceylan ise 2006'dan beri 60 maça çıkmış Manisaspor'da. Tam bakmadım ama Ufuk Ceylan'ın lig maçı sayısının Aykut'tan fazla olma olasılığı bayağı bir yüksek. Frank Rijkaard kendisinden bir Valdes yaratmaya çalışıyor diyeceğim ama Aykut 1982 doğumlu...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Ben de böyle düşünüyorum...

Emana transferi ile ilgili blog'ları ve yorumları okuyordum. Aşağıdaki cümlelere rastladım. Ben de böyle düşünüyorum. Aceto'nun Emana post'undan.

"İki yönlü bir futbolcu olmasından mütevellit yönsüz futbolculardan birini kesse Galatarasay'a beklenen katkıyı fazlasıyla yapmış olur."

Kaosa doğru...

Karpat Lyiv maçının ikinci yarısını yerlere göklere sığdıramayan basın mensuplarının dünkü futbolu yerden yere vurması kahrediyor beni… Aksine dünkü futbol Lyiv maçından kat kat daha iyiydi ancak şanssızlıklar sonrası mağlup bitirildi. Galatasaray’ın futbolunu yerilmesi bir tarafa Bursaspor’un futbolunun da yere göğe sığdırılamaması şu satırların yazılma sebebi…

Bursaspor geçen yılın şampiyonu… Kadroyu Zapo hariç tamamen korumuş, çok kullanılmayan Zapo’nun yerine de daha nitelikli bir oyuncu Stepanov getirilmiş. Ancak geriye giden şey futbolları. Geçen yıl Ali Sami Yen’de kesinlikle daha nitelikli ve etkili oynamışlardı. Dün ise Galatasaray’ın yorgun ve savunma nitelikli orta alanına karşı egemenliği kabul etmiş geride basan bir takım görüntüsündeydi. Şans golü olmasa maç Galatasaray’ın üstünlüğü ile de bitebilirdi.

Aslında maçı çok konuşmak istemiyorum. Daha çok transferden konuşacağım… Geçen yıl oynanan futboldan ve alınan sonuçtan tatmin olmuş gibi Galatasaray yönetimi. Zira transferdeki bu ağırlık bunu gösteriyor. Transfere ihtiyacımız yokmuş gibi davranıyoruz. Biz bu mevkide istenilen oyunu oynayamayız diye bas bas bağıran orta alanın, işlevsellikten uzak olması bir yana 60’tan sonra oyundan düşmesi hiç rahatsız etmemiş olacak ki Işın Çelebi’yi maç sonrası; “Acele etmiyoruz, Galatasaray’da transfer bitmez, istediğimiz oyuncular gelecek. Önümüzde daha bir hafta var” diyebiliyor. Adnan Polat maç boyunca oldukça gergindi. Yenen goller ve kaybedilen ikinci üç puan sonrasında ekonomi geyikleriyle kimseyi kandırmasın. Zira yalan söyleyemiyor. Çünkü yalancılar önce kendilerini kandırır. Ancak kendisi oldukça gergin ve mutsuz. Demek ki ortada bir beceriksizlik var ve bunun sorumlusu da Adnan Sezgin.

Türk transfer piyasasında oldukça kuvvetli ilişkileri ve bir ismi olabilir. ancak yurtdışında sökmediği inancındayım. Zira bir Pino’yu bile 10 günde getirebildiyse sorunun kralı var demektir. Bir de geçen yıl transferleri sitede okuduk. Bu yıl daha adamlar gelmeden anlaşıldığını öğrenebiliyoruz. Adnan Polat’ın açıklama yaptığı gün Pino ile Cana tamamdı ve Cana 2, Pino ise 6 gün sonra duyuruldu. Adnan Sezgin’e misyon yükleyeceğiz, Haldun çok ön plana çıktı diye Galatasaray’ın başarısızlığına neden oluyor başkan farkında değil. Aslında başarısızlık da algılanabilir ancak Galatasaray uzun yıllar sonra sezonu kaosla açtı ve bu kaos daha da büyüyecek sinyalleriyle yola devam ediyor. Futbol sonuç oyunudur ve biz sonuçtan çok çok uzağız. Kimse darılmasın ama transfer gelmediği takdirde hafta içi ve haftaya da buyuz. Çünkü gücümüz bu kadar...

20 Ağustos 2010 Cuma

Köle ayağına...

Kim ne derse desin, bir futbolcu transfer olmak istiyorsa oluyor… Niang, Lincoln, Ali Turan… Oyuncuyu kaybettiğiniz gibi alacak takımla da bonservis ücretinde kazık yiyorsunuz. Çünkü rakibin eli kuvvetli. Adamlar oyuncuyu bağlamış ya da oyuncu adamları bağlamış. İki seçeneğiniz kalıyor; ya adamı kulübede veya rezerv kadroda çürümeye terk edip yıllık ücretini ödemek ya da satmak. Elbette satmak… Bu konuya en güzel örnek Kevin Price Boateng… Genoa’da oynamam dedi, Porstmouth ile Genoa anlaştı… Derken Milan da Boateng ile anlaştı ve kiralıktı, opsiyondu derken bir haftada ikinci imzalar atıldı. Genoa bu işten kar eder mi soru işareti… Ama diğer taraftan para gelmeyen yere neden böyle bir girişimde bulunsunlar sorusu da var… 1.3 milyon Euro ve yıllık ücret Milan’dan… Hikayenin sonunu Boateng’in sezon içindeki performansı gösterecek.

Galatasaray forması...

Galatasaray’ın özellikle iç saha maçlarındaki en büyük kozu erken goldür. Aslında bunu Galatasaray ile sınırlamak yanlış ancak bu işi isteyip başarabilen nadir takımlardan biriydi Galatasaray… Biriydi diyorum zira bugünkü yapının her köşesi kırmızı alarm veriyor. Aslında bun duruma da pek takılmıyorum. Zira esas sorun futbolcuların ruhsuzluğunda. Son yıllarda Galatasaray’ı bundan daha kötü oynarken de gördüm. Ancak asla bu kadar ruhsuz ve vurdumduymaz görmedim. Tek tek oyuncu ismi yazmayacağım ancak; kadrodan Kewell, Baros ve Barış’ı ayrı tutar, galibiyeti onların hanesine yazarım…

Daha önce çok kez geriye düştü bu takım. Real Madrid’e karşı da gerideydi, Milan’a karşı da Denizlispor’a karşı da… O günleri bugünlerden ayıran en büyük özellik galibiyete olan inanç ve kazanma azmiydi. Bu nedenle tribünler hiçbir maçta böylesine kopmamış (tamamı kötü giden ve her maçın başında protesto edilen sezonlar hariç) ve destek vermişti takımına. Aslında o desteğin verilme sebebi sahadaki oyuncuların mücadele güçleriydi. Maçı çevirebileceklerini hissettirirlerdi taraftara. Sahada bu maçı kazanmak istediklerini gösterirlerdi. Herkes kazanmak ister değil mi? Sizce dünkü maçın ilk yarısında Kewell ve Sarp’ı çıkartırsak hangi oyuncu tekmeye kafa soktu, hangisi top aldı, taşıdı, verdi veya hangisi doğru dürüst adam kovaladı? Verilebilecek bir cevap, ayırabileceğiniz bir oyuncu varsa bana e-posta atmanızı şiddetle rica ediyorum.
Sahadaki oyuncunun performansını veya kondisyonunu teknik ekibe mal ederek eleştirebilirsiniz ancak; o formanın hakkını vermeyen, gerektiği kadar mücadele etmeyen adam için Rijkaard’ı eleştiremezsiniz! İçsel bir durumdur ve hissiyatla alakalıdır. Neill geçtiğimiz devre arasında gelmiştir ancak karakter olarak hırçın ve agresif bir oyuncudur, an gelir rakibe kafa tutar an gelir tekmeye kafa sokar. Neill’den bunları beklersiniz beklemezsiniz ayrı konu. Ancak Hakan Balta bir kez olsun isyan etmez mi? Bir kez olsun sert bir mücadelede ayakta kalmaz mı? Koca maç boyunca doğru dürüst paslaşma yapamaz mı? Önceki yazımda da belirttiğim gibi Hakan’daki düşüşün profesyoneller tarafından irdelenmesi şart. Ben Galatasaray takımında böyle bir oyuncu izlemek istemiyorum. Bakın Ali Turan daha da kötü oynadı belki Hakan’dan. Ancak hiç sakınmadı kendini… Dün en çok koşan oyuncuydu sahada. Zamanlama hatası yapmıştır, adam kaçırmıştır bunlar yetenekle alakalıdır. Ali Turan’ın yeteneğinin Galatasaray kalibresinde olmadığını söyleyebilirsiniz, ancak asla kendini sakınan ve mücadele etmeyen bir oyuncu olduğunu söyleyemezsiniz… Hakan Balta’dan özellikle bahsettim çünkü bu oyuncunun bu form durumu artık kabak tadı vermiş, takımın kötü sonuçlarına direkt etki eden performanslarla hayal kırıklığında zirve yapmıştır.

Dün sahada kim daha iyiydi derseniz aslında haksız sayılmazsınız! Bu takıma sert bir uyarı yapılmalı ve giydikleri formanın biraz mazisi anlatılmalı. Takımın kültürünü algılayamamış oyuncular varsa herhalde artık hangi kulüpte olduklarını biraz olsun fark ederler. Zira Galatasaray Türkiye’nin en köklü spor kuruluşlarından biridir ve vizyonu her zaman zirvedir. Bu kulübün hangi branşında olursa olsun, formasını terleten adamın o renklerin hakkını vermesi gerekli değil şarttır!

Gönül isterdi ki takım mücadele etsin, koşsun, gayret göstersin biz de teknik analiz yaparak maçı yorumlayalım. Ancak Galatasaray futbolcusunun büyük çoğunluğu kötü oynadığı gibi umursamaz tavırlarıyla bu metnin mimarı olmuş, gönül veren milyonları da dün geceki futbolla kahretmiştir.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Wolfsburg Diego'dan vazgeçti...

Biz Misimovic ile yatıp kalkarken Wolfsburg Genel Menajeri Hoeness Diego’dan vazgeçtiklerini açıkladı… Ve Misimovic’in kadroda tutulması için çalışacaklarını söyledi. Bu saatten sonra ben Adnan Sezgin olsam; Wolfsburg ile Misimovic pazarlığı yapacağıma; Juventus’u Diego’nun Wolfsburg’a gitmesi için bonservisinde indirim yapmalarını rica ederim…

Ali Rıza Efendi...

Sezon öncesinde Valdano da kamp yapıyordur sanırım. Her yıl ortalama 8-10 transferin imza töreninde (basketbol takımının flaş transferlerinde de o yer alıyor) görüyoruz Valdano’yu… İmza törenleri tam bitiyor diye sevinirken; arkasına oyuncuların satılık listesine koyulması, satılması, noteri, pulu derken bir bakıyor lig başlamış, bu kez takımın gidişatıyla ilgili sorular arada basın toplantıları vs… Ben yazarken yoruldum… Tempodan olacak ki Yaprak Dökümü’nün Ali Rıza’sı gibi. Belli belirsiz bir yorgun hali var ama tebessümü de elden bırakmıyor. Aile babası, herkesin yakını ayağına… Kendisi yukarıda yazdığım sürecin ikinci aşamasında şu sıralar… Kadronun çok şiştiğini ve kullanılmayacak oyuncuların belirlenip satış listesine koyulacağını açıklamış… Kim olduklarını tahmin etmek çok da zor değil aslında.

Madem satış listesi dedik olası adayları da yazalım… Takım arkadaşlarından çok hastane personeliyle vakit geçiren Rafael van der Vaart, yeni Redondo heyecanıyla genç yaşında dünyanın parasına transfer edilen Gago, kulüpteki herkesin bir anlık boşluğundan yararlanarak Real Madrid’de 10 numaralı formayı terleten Lassana Diarra… İsmi geçen arkadaşlar muhtemelen Real Madrid’in transfer listesini süsleyecek… Hepsi bir tarafa da şu Gago’ya üzülürüm… Üç yıl önce girmişti kapıdan içeri; Aydın Yılmaz olma yolunda hızla ilerliyordu… Ayrılması belki de daha iyi olacak kariyeri için. Direkt oynayabileceği bir takıma gitsin, hatta Galatasaray’a gelsin… Bir isteğimiz daha var; Lassana Diarra kardeşimiz de Ercan Taner abimizin anlattığı bir lige gitsin… Koca bir sezon Ercan Taner’in ağzından ‘Lassss’ lafını duymadan geçer mi?

Arap, çok yağ, Manchester City...

Nasıl bir paradır, ne uğruna bu kadar harcanır anlamıyorum… Abramovich bu kadar abartmamıştı. Menajerlerine zengin ailenin tek çocuğu gibi yaklaşıp, kimi istiyorsa getiriyorlar. Hücumun sağında Balotelli ve Milner transferleriyle oyuncu sayısı dört oldu… Hayır tek çocuk da Mancini… Bazen ben de CM’de buna benzer saçma transferler yapıp kadroyu şişiriyorum da orası CM yani… Misal, sadece sempati duyuyorum diye Xavi, İniesta, Kaka, Anderson gibi adamların yanına Merida'yı falan transfer ediyorum… Az buz değil 10 milyon veriyorum. Ama cepten para çıkmıyor nasıl olsa… Olmadı satarım 5’e 6’ya diyorum… City onu da beceremiyor. Gerçi ihtiyaç da yok zaten. Bu paralar adam satarak toplanacak meblağlar değil. Arap yağı çok bulunca demiş ya eskiler; Hakikaten çok doğru söylemişler. Ben de City taraftarı olsam takarım takkeyi, çıkarım tribüne…

Transferin rahat takımı Galatasaray!

Normalde transferin şampiyonu yazarlardı bizim için ama bu yıl tablo biraz farklı... Bu yılki politika malum. Düşük yıllık ücret, düşük bonservis hesapları ve transfer sezonun bitmesine iki hafta kala atılamayan hamleler. Adnan Polat Galatasaray Kulübü’nün Başkanı’dır. Ve o mevkiye onu seçenler sokaktaki Galatasaraylı’lardan daha Galatasaraylıdır. Benden de… Ben takımımı severim, desteklerim… Ancak onlar bunlara ek olarak denetler, kontrol eder ve takımın asla zarar görmemesi için çalışırlar. Evet çalışmak… Selahattin Beyazıt bugün rakı masasında sohbeti güzel diye başarılı olacağına inanmadığı veya an itibarıyla başkanlığa yakıştırmadığı adama destek vermez. Evet taraftar takımını sever ancak esas misyon sahibi Genel Kurul’dur ve Polat’ı onlar seçmişlerdir. Kaldı ki Adnan Polat’ın bugüne dek takıma yaptıkları da asla unutulmamalıdır. Ancak tüm bunlar transferde geç kalındığını ve sezona ümitsiz başlandığını gizlemez.

Politika başkanın ağzından çıktığı şekliyle yukarıda yazıyor. Ancak burada kritik bir nokta var; biz bu şartlar altında Ledesma’ya, Baptista’ya veya Rosicky’ye gidiyorsak transfer komitesinin belirlediği isimler komple çöp kutusuna gider. Çünkü bu adamlar zaten isim yapmış, ya yüksek bonservis istenen ya yıllık ücreti uçuk ya da her iki fedakarlığın yapılması gereken isimler. Bu politikayla bu adamlarla işimiz yok bizim. Yaptığımız transferlerin Pino gibi ucuz ve bir ucundan gelecek vadeden adamlar olması gerekmiyor mu? Ancak yönetimi de anlamak zor değil! Zira geçen yılki transferlerin üzerine bu yıl hayal kırıklığı yaşatırız endişesiyle hareket ediyorlar. Ancak gerçek şu ki lig başladı ve biz kilit transferlerimizi sezon öncesi kampa yetiştiremedik. Sezon öncesi kampa gelmeyen adamdan ne beklenirse onu beklememiz lazım ama taraftarın ve Türk insanın da öyle bir huyu yok! Bugün sokaktaki taraftar Cana’dan iki adam geçip araya top atmasını bekliyor. Bu şartlar altında yeni gelecek isimlerin uyum süreçleri ve taktiğe adaptasyonları nasıl olur ne kadar zaman olur kocaman bir soru işaretim var…

Üstelik ne zaman geleceği de belirsiz. Zira Adnan Polat dün şöyle bir ifadede bulundu; “Transferlerimizi yapacağız. Galatasaray taraftarlarının da arzu ettiği nitelikte sporcular olacak. En önemlisi, teknik heyetimizin, takımın ihtiyacı doğrultusunda transfer yapmak istiyoruz. 11 kişinin oynadığı futbol neticede bir mekanizma, bir makine. Bunun ihtiyacı olan parçalarını getirip oraya koymak lazım. Bunu da en ekonomik şekilde sağlamak lazım. Biz onun için uğraşıyoruz şu anda. Galatasaray transfer sezonu bitmeden ihtiyacı olan futbolcuları muhakkak alacaktır ve almamız da lazım. Önemli olan bu transfer sezonu bitmeden önceki dönemde oynanan müsabakalardan herhangi bir şekilde kötü netice almadan yola devam edebilmek. Çünkü biz eylül ayında tam takım haline gelmiş oluruz. Ondan sonra da bu takım bence iyi yol alır.”

Futbolu çok iyi bilen Adnan Polat’ın bu açıklaması maalesef bir fecaattir. Ekonomik sorunlar her ne olursa olsun gücün yettiği isimlere yönelerek transfer yapılmalı ve lig başlamadan takıma monte edilmeliydi. Dünya çapında bir kulüp olarak özellikle de sezonun başlamış olmasının yöneticilerde hiçbir rahatsızlık yaratmaması. Hatta bakarsak daha da 14 gün varmış… Nasıl olur da takımın iskeleti olacak oyuncu transferleri ligin 3’üncü haftasından sonra gelse dahi sorun yokmuş gibi lanse edilir anlamış değilim…

Amaç yönetimi zayıf yönünden çökertmek değil elbette. Ancak sportif başarının gelirlere direkt etki ettiği bir sektör futbol ve biz sezona çok kötü başladık. O kadar başkana yüklendik yazıyı onun söyle bitirelim; “Geçen sene çok iyi başlamıştık Süper Lig'de, bu sene kötü başladık. İyi başlayıp kötü bitirmektense, kötü başlayıp iyi bitirmeyi tercih ediyoruz. Önemli olan sezon sonu iyi bitirmiş olmak, ona gayret gösteriyoruz.”

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Bilemezsin!

Bu travmayı atlatmak kolay değil! Sonuç her ne olursa olsun; geçen yıl sabah uyandığımızda sitede bizi Elano, Keita, Rijkaard karşılamıştı. Devre arasında Gio gelmişti… Böyle bir sezonun sonrasında Cana -ki gönüllerin Messi’si olacak en azından daha şimdiden öyle benim için- ve Pino transferleriyle geçiştirilen rüzgar ve şimdilerde gergin bekleyiş var. Ortalıkta isimler dolaşıyor ancak; bugün gördüğüm haber beni benden aldı… Günlük takip ettiğim ve Pino ile Cana transferini ilk duyuran sitede Cimbom’a iki müjdeli haber diye başlık atılmış… Haberi açarken düşüncelerim aynen şöyle; “Bu sefer bombayı patlattık hem Misimovic hem de Ledesma geliyor herhalde…” Ne transferi? Serdar Özkan ile Neill antrenmana katılmış onun müjdesiymiş… Nerden nereye! O yüzden Galatasaray taraftarının yaşadığı travmayı kendi hariç kimse bilmez! Geçen yıl transferlerle sezon başında kendimizden geçmiştik; bu yıl kahroluyoruz. Bir de rakipler de gıcık verir gibi Quaresme, Guti, Niang, İnsua, Stoch gibi adamları getirip, takır takır oynamıyor mu? Gel de gece rahat uyu! Esas korkum eskiden Fenerbahçe’ye söylenen “Ne olacak bu Fener’in hali” repliğinin Galatasaray’a uyarlanması. Bu arada not düşmekte de fayda var; Geçen yıl iyi transfer yaptık da ne oldu? Sonuç ortada. Geç olsun güzel olsun diyorum bir taraftan da… Ama bu kadar bekledikten sonra omuzlarda karşılanacak bir adam da getirsinler kardeşim.

Real Madrid'de bir Türk...

Mesut’un Milli Takım seçimi üzerine konuşmak artık sığlıktır… Belki Türkiye Futbol Federasyonu ilgisizliği belki kariyer planlaması belki de kendini bildiğinden beri Almanya’nın havasını soluması… Mesut’un Almanya Milli Takımı’nı hangi sebepten ötürü seçtiğini kendisi hariç kim söylese inanmam… Ama asla eleştirmem. Sizce Brezilya Aurelio bizi seçti diye gönül koymuş olabilir mi oyuncusuna? Ya da Camoranesi İtalya’yı seçti diye Arjantin’de lanetlenmiş midir dersiniz? Elbette hayır! Mesut’un bugüne kadar salladığına şüphe duyduğum Türk basınını bu saatten sonra hiç umursamaz. O yüzden muhabir arkadaşlar “Vay efendim babası anası Türk olan adam, nasıl Almanya Milli Takımı’nı seçer” diyen eski oyunculardan görüş alıp inceleme yapmaya yorulmasın.

Kaldı ki neden seçsin? Can mı canan mı? Türk Milli Takımı’nın başarısı kadar kendi kariyeri ve yaşantısı da önemli değil mi bu adamın? Zamanında seçenlerin şimdi nerelerde ne yaptığını bilen var mı? Basit örnek; Yıldıray Baştürk… Adam Leverkusen’in efsane sezonunda harika işler çıkardı… Sadece bir Dünya Kupası’nda al aşağı etmeyi başardık. O kupadaki düşüşünün Şenol Güneş’ten çok medyadaki “oynamıyor” baskısına bağlarım.

Bizim medya zor hakikaten! Avrupalı giydirmiyor mu? Giydiriyor hem de en kralını… Hele İngilizler aşağılıyor resmen. Ama ne zaman? Hak ettikleri zaman… Biz Dünya Kupası’nda Güney Kore’yi yenip üçüncü olduk; Tarihimizdeki en büyük başarı olarak kayıtlara geçti. Ama gelin görün ki ilk altı sayfasını övgüye ayıran gazetelerin yarım sayfayla İlhan Mansız ile Hakan Şükür’ü bugüne dek neden çift forvet oynatmadığı için Şenol Güneş’i eleştirdiğini biliyorum... Ben olsam ben de seçmem… Çünkü siz Türkiye’de yaşıyorsanız, Türk iseniz ve başarılıysanız; bir şekil bulunuyor ve bir yerinizden sökülmeye başlıyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz ki sizden geriye sadece bir ip yumağı kalmış. El işçiliğiyle örülen ve daha kısa süre önce eşiniz benzeriniz olmadığını yazan gazeteler, bu kez sorunların ve başarısızlığın tek sorumlusu olarak gösteriyor sizi…

Hiçbir basın çalışanına laf söylemek aslında haddime değil! Zaten asıl suçlu onlar da değil! Basit bir mantık ama ikinci yazdığımı Ömer Madra ile yaptığım bir röportajdan sonra kazıdım hafızama… Şöyle diyordu Madra; “Bir medya patronu aynı zamanda bir enerji şirketinin de sahibiyse o gazete çalışanı küresel ısınma ve fosil yakıtların doğaya verdiği zararı konu alan sert bir haber yazamaz. Ve daha da acısı bu şekilde bir haber yazmaması için kimse onu uyarmaz. Zaten o öyle bir haberi kaleme almaması gerektiğine çoktan inandırmıştır kendini…” İşte bizim mantığımız bu… Alıcı kitleyi sadece hayal mahsülü, gerilim ve kaos içerikli haberlerden hoşlanıyor sanarak; coşturuyoruz. Çoğu çalışan sansasyonel ancak yalan dolu bir haberi gerçek ve daha gösterişsiz bir habere tercih ediyor. Örneğin çoğu Mesut’un ortaya koyduğu başarı hikayesini yazmak yerine; “Neden Almanya’yı seçti”, “Mili Takım benimle ilgilenmedi” gibi başlıklarla içi boş haberler yazıyor.

Mesut’un Türk Milli Takım orta sahasında oynayarak aynı şekilde Real Madrid’e transfer olacağına inanan kendini kandırır… Zaten başarılı olduğu takdirde bizim takımda uzun soluklu oynayamaz ki… Kesin bir aile problemi çıkartılacak ya da manken, fotomodel bir sevgilisi olduğu gazeteleri süsleyecek ya da şişirilen paralarla satın aldığı yeni oyuncakları manşetleri süsleyecek… Türkiye forması altında başarılı performansları değil!
Jose Mourinho’nun elinde neler yapacak çok merak ediyorum. Kaka’nın sakatlığı sonrası iyice ayyuka çıkmıştı ve dün Real Madrid’in internet sitesinde gördüm pörtlek gözlü, zeki futbolcunun fotoğrafını. Sevindim. Çünkü futbola başladığı ilk günde bu yana kariyer planlamasıyla ilerleyen bir adam amacına ulaşmış, bir hayali gerçekleştirmişti. Bir insandı Mesut ve insanlar hayal kurarlardı… İşte hayalini gerçeğe dönüştürebilenler hem çalışkan hem de şanslı insanlardı. Mesut için her şeyin güzel olması tek dileğim. Pardon bir isteğim daha var; artık bizim gazetelerin sayfasında seçimleriyle değil, başarılarıyla yer alması…

Galatasaray'ın futbol işkencesi...

Sezona kabul edilebilir bir puan kaybı ancak asla hazmedilemeyecek kadar kötü bir futbolla merhaba diyen Galatasaray’da işlerin yolunda gitmediği ortada… Mağlubiyet kabul edilemeyecek bir sonuç değil ancak asıl önemlisi geçen sezondan süregelen hastalıklara halen teşhis koyulamaması. Tedaviden bahsetmiyorum bile! Peki, neden kötü Galatasaray geçen yılın aynısını oynuyor?

İki yıldır süregelen bir savunma zaafımız var. Yanlış anlaşılmasın sadece Sivas maçından bahsetmiyorum. Arada ikisi resmi, biri özel olmak üzere üç ciddiye yakın maç vardı. Kulvarlar farklı olmasına farklıydı ancak sıkıntılar aynı. Yerleşim konusunda çok ciddi bir problemi var Galatasaray’ın. Neill’in forması garanti –ki hak ediyor da- ancak ikinci stoper için halen içimize sinen bir profil göremedik sahada. Savunma göbeğindeki uyumun önemini çok uzağa gitmeden Bülent-Popescu ile açıklarım. İki farklı karakterlerdi ama birbirlerini çok iyi tamamlıyorlardı. Maalesef Servet-Neill birbirini tamamlayamıyor. Özellikle Servet’in aklı ne formasında ne de sahada… İki yıl önce hırsı ve yetenekleri ilk 11 yazılırken tahtaya ilk onun ismini yazdırıyordu ancak; bugünkü görüntüsü ilerleyen haftalarda korku veriyor. Uzağa gitmeden Hakan Balta’daki düşüşün de açıklaması yoktur nazarımda. Hakan gibi profesyonel bir oyuncunun bu denli düşüşü hangi sorunlardan kaynaklanıyor çok ciddi araştırılmalı. Zira Sivas maçında bir pozisyonda adam kovalayacak dermanı olmadığını görmek üzdü beni.

Konuyu dağıtmadan; yerleşim sorununun temeli ise orta alan çarpıklığından kaynaklanıyordu. Mehmet Topal Türk futbolunun en iyi kesicilerinden birisi olacaktı ancak o da düşüşe geçti. Zaten tam o sırada da satışı gerçekleşti. Sarp da iyi bir kesici ancak maç içinde yüklenen karakterler ve roller oyuncunun asıl işini yapmasını engelliyor. Bu kötü bir durum değil ancak elde Ayhan varken Mustafa ileri çıkıyor Ayhan çakılı oynuyorsa bir kere teknik heyetimiz oyuncularımızı tanımıyor demektir. Orta alana yapılan Cana takviyesi sertlik kazandıracaktır şüphesiz ancak tek başına etkisiz elemandır. Hazır olmadığıysa ayrı bir tartışma konusu.

İşte bu noktada Galatasaray’ın sert bir orta alan mı yoksa topa sahip olmamızı sağlayacak bir virtüöz mü alması gerektiği tartışmaları. Topa sahip olan takımın kesicilik, adam kovalamak gibi dertleri zaten olmaz. Zira top kendi ayağındadır. Bu nedenle hem Arda’nın yükünü hafifletecek hem de oyun kuracak bir oyuncu şart bu takıma. Peki bu yeni bir hastalık mı? Hayır! Geçen yıl da çok çektik bu konuda ancak top taşıyabilen oyuncuların çokluğu bu durumu halı altına itti. Ancak onlar gidince mevcut yapının ne denli sorunlu olduğu ortaya çıktı. Top çıkaramayan, pozisyon üretmeyen ve daha da önemlisi bir Galatasaray karakteri olan oyuna hükmetme konuları şu anda ancak istekleri ve rüyaları süslüyor. Sebebi tartışmasız transferin gecikmesidir. Zira olmayan oyuncuyla bunu gerçekleştiremezsini elbette…

Transferin geç kaldığını artık dile getirmek tekrardır… Sadece laf kalabalığı yapar, zaman çalar. Halen çalışmaların iki hafta süreceği yazılıp çiziliyor. Bu denli nakit girişi gerçekleşmiş, üstüne mevcut yılın transfer bütçesini de kullanılabilir hale getiren Galatasaray yönetimi ya İstanbul’a inmeden inanamayacağımız transferlerin peşinde ya da hepimiz bir son dakika şakasına daha –Petre, İnamoto, Bratu gibi- hazırlıklı olmalıyız...

Başa dönecek olursak; neden Rijkaard’ı eleştirmekten bahsettik… Teknik adamlar bir takıma karakter yükleyen ve futbol oynattıran adamlardır. İyi oynadıklarında nasıl sadece onların sayesinde değilse oyunun kötü olması da tek taraflı bir suç hadisesi değildir. Ancak eldeki kadroya uyumlu bir sistem çıkartmak tam da teknik adamın işidir ve bir yılı bu sebepten ötürü çöpe atmış bir takım aynı arızalar veren geçen seneki sistemle oynuyorsa bu bir problem olduğunun göstergesidir. Hızlı oynamak ve pasa dayalı bir futbol için buna uyumlu oyuncularınızın olması şarttır. Ve bu oyun asla Mustafa, Barış, Sabri gibi tempolu oynayan ancak dikine değil geriye de yana yönelik bir pas mantalitesiyle yetişen oyunculardan çıkacak bir sistem değildir. Bu nedenden ötürü daha çok fizik ve baskı unsurları göz önüne alınarak arkası sağlam yeni bir hücum sistemi daha uyumlu bir görüntü çıkaracak ve belki de şampiyonluk için takımı sırtında taşıyacaktır.

Evet, transfer gecikmiştir, üstelik önceki yılın üç as oyuncusundan yoksun bir kadro varsa kabul edilemez bir durumdur. Ancak aynı sorunları teşhis edemeden daha keşmekeş bir sistemle futbol oynattırmaya çalışılan ve sonuç olarak hiçbir maçı domine edemeyen bir kadroyla karşınıza çıkan teknik ekibin de mevcut durumda büyük bir payı vardır. Bunlar ne okuması ne de yazılması güzel hadiselerdir! Ancak; dikkate alınması demek bizim bir daha böyle yazıları kaleme almamamız eş anlamını taşımaktadır. Ve tek dileğimizdir…

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Somon Forma ve blog…

Alternatif forma çalışmaları doğrltusunda hayatımıza giren turuncu ve mor renkli formalardan sonra bu yıl da somon ile tanıştık. Tasarım gayet güzel… Mor formadaki font problemi, turuncudaki körün gözüne parmak sokulan renk zıtlığı sonrası yeni sezon alternatif formalarında kullanılan numara hanesi göze çok hoş geliyor. Yine bir font sorunumuz var ama zaten "Bizim takımda hangi iş dört dörtlük yapılıyor ki" sorusuna veremediğim cevaplardan dolayı bu durumu pek de umursamıyorum…

Formalar store’lara asılalı çok oldu… Ben de farkındayım. Ancak blogu yaparken aslan ve somon formanın renkleri cezbetti… Ben de kullandım. Foto değişti, kenara “Kewell form Galatasaray” eklemesini yaptık içimiz rahat! Hafta başında düzenlememizi yaptık. Yine bu haftaiçinde de sitemizi canlı kılacak haber girişlerinin startını veriyoruz. Ortağı ikna edemedim ama bomba bir transfer kovalıyorum. “Sadece futbol bir yere kadar” diyemediğimiz için illa ki futbol sevdalısı bir adam bulacağız…

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Bomba gibi dönüyoruz

Askerlik sonrası geliriz, hayat daha farklı olur, daha bir profesyonel oluruz, daha esnek çalışma şartları getirilir falan diye hayal kurarken; öyle bir karmaşanın içine düştüm ki ben bile nasıl çıkacağımı bilemiyorum. Askerlik boyunca birliğimin iki kez denetlemeye tabi tutulduğunu ancak her ikisinde de beni ortadan kaybettiklerini söyleyip hiçbir denetleme sürecinde yer almadığımın altını çizmek istiyorum. Ancak asıl askerlik hakikaten kışladan çıktıktan sonraymış. Zira askerlik boyunca denetlemelerden yırtan ben iş hayatında denetleme telaşıyla karşı karşıyayım. Diğer taraftan da ağırlığından bir şey kaybetmeyen süreli yayınlar falan; bilgisayarın başından kaldırmadı bizi. Gözler kan çanağı olurken; işlerin karmaşası ve günümüze dek süren çarpık arşivlemeler zor olan işi daha da imkansız hale getiriyor. Şöyle ki; pirincin taşını ayıklamamız gerekiyor ancak; mevcut şartlarda pirinçten taşı değil taşlardan pirinci ayıklamak daha kolay…

Blog konusunda şunu söyleyebilirim ki askere giderken her şey güzeldi. İlk kez doyum noktasına yaklaşmıştım gel gelelim askerlik çıktı. Dönüş gazıyla NBA yazdık lakin blog yine çok uzaklara daldı. Yeni haftayla geri dönüş planlıyorum… Üstelik yalnız da olmayacağım inşallah… Başarısız futbol projeleriyle hayata küsmek üzere olan bir dostu ikna edip bu satırların yazarı yapmayı hayal ediyorum. Üst banttaki görselimiz her değişim sürecinde olduğu gibi yine değişecek. Belki şablon değişir, belki renkler belki de font… Bir şekilde yeni yayın döneminin farklı izleri gözlenecek blogda. Neleri değiştireceğim emin değilim; Emin olduğum tek nokta ise kısa bir süre sonra her sabah tıklandığında yeni haberlerle karşılaşılacağı… Çok kısa bir süre sonra…