6 Aralık 2010 Pazartesi

Bizim çocuklar

Barcelona etkisi net biçimde görülüyordur takımımda… Savunmamda geriden topla çıkabilen üç oyuncu ve bir tane de organizatörüm var. Nazarımda dünyanın en iyi savunmacısı ve güvendiğim kıvırcık saçlı adama pazubandımı da emanet ettim.

Xavi-Iniesta adaylar arasındayken farklı birini seçmem mümkün değil. Sağ kanadı belki Ronaldo hak ediyordu ama benim 11’im olduğu için o kıl herifi koyacağıma ‘fuleli’ Robben tercihi daha sıcak geldi. Üstelik Xavi-Iniesta’nın olduğu bir orta alanda Robben çok iş yapar. Sneijder… Belki bir hafta öncesi olsa tercih etmezdim ama Mourinho açıklamaları çok hoşuma gitti. Ayrıca kendisinin Mourinho’nun Real Madrid’e gitmesi sonrası kendisinin de dönüp dönmeyeceği konuşuluyordu. O günlerde de “Mourinho’yu çok seviyorum ama asla Real’e dönmeyeceğim” demesi de farklı bir çentik attırdı Sneijder’in yanına…

Hücumda Milito’ya güvenirim. Ekmeğini taştan çıkarır. Enerjisi hiç düşmez. Topsuz oyunda sanırım en iyilerden bir tanesi. Ayrıca bencil olmaması da bu kadroda yer almasının başlıca nedeni… Forvet için Milito benim tercihimdi. Diğeriyse seçim değil bir refleks. Zira Messi varsa zaten diğer seçeneklere bakmaya gerek yok. İnsan değil. Rakipleri her gün “büyüdükçe etkisini kaybedecektir” umuduyla yatıp kalkarken; bu adam her geçen yıl üstüne koyarak gidiyor. Bu yıl istatistik ve hücum organizasyonları açısından sezona coşarak başladı. “Daha çok beklersiniz ibneler” der gibi oynuyor. Her maçında şaka gibi bir hatırat bırakıyor izleyenlere. Sanırım özel oyuncu olmak böyle bir şey…

Kenar… Mourinho’ya sempatim vardı. Hala da inceden severim. Ama Pep başka… PenneArabiata vakti zamanında bir post girmişti. Guardiola olmak diye. Burada… Sizin aklınız alıyor mu Mourinho yardımcılarının koltuğunu silsin, antrenmanda Abidal ile şakalaşsın falan… Ben hayal edemiyorum. Zaten Mourinho’da da durmaz o davranış. Mourinho böyle güzel. Pep, dışarı çıkan topa top toplayıcı çocuktan önce atılır hemen oyuncusuna verir. Mourinho ise ayağının ucundaki topa dokunmaz; Ronaldo’nun eğilip ayakları arasından o topu almasını bekler. Olumsuz bir yorumum yok konuyla ilgili. Ama diyorum ya Pep bambaşka. Listede kim neden var kim neden yok olayına girmiyorum. Pep yoksa da orası Jose’nin hakkıdır dedim adamları ona emanet ettim…

İsteyen girsin kadrosunu oluştursun. Link budur…

2 Aralık 2010 Perşembe

Bu takım Galatasaray değil, olmayacak da…*

* Bu yazı 03.12.2010 tarihinde www.htspor.com adresinde yayınlanmıştır.

Yönetiminden oyuncu kadrosuna tarihin en başarısız takımı olan Galatasaray’ın adı asla ve asla bu ortama layık değil. Yanlış anlaşılmasın; sportif başarıdan bahsetmiyorum. Galatasaray, şuursuz şekilde yönetilen, kadrosu formayı hak etmeyen oyuncularla dolu, ruh ve kimlikten bihaber adamların kol gezdiği bir camia olamaz, olmayacak da…

Elano’nun satışı sonrası bir infial oluşacağını düşünen Adnan Polat, dün ekran karşısına geçip soruları cevapladı. Diğer bir deyişle kendini aklamaya çalıştı. Sert mesajları vardı konuşmasının ve sık sık Galatasaray Kulübü’nün Başkanı olduğunu, bu unvanın üstünde kimsenin olmadığının altını çizme gereği duydu. Çünkü o da biliyordu ki Polat ve yönetimine olan güven şu anda ayaklar altında. Yapılmayan hatalar, kültürde yeri olmayan hamleler yapıldı başkanlığı sürecinde. Balık baştan kokar derler; kulüpte ne kadar parça varsa hemen hepsi aksıyor.
Beş yılın çetelesini tutacak değilim. Tutarım tutmasına da say say bitmez. Bu yüzden tek tek irdelemeyeceğim olanları. Ama asla kabul edemediğim iki konu var; teknik direktör kıyımı ve oyuncu kadrosundaki çarpıklık…

Teknik direktör konusu Galatasaray’ın bugüne gelmesindeki en büyük etkenlerden bir tanesi. Galatasaray Spor Kulübü’nün bu denli hoca terörizmine imza attığı başka bir dönem yok. Çünkü kulüp kültüründe böyle bir anlayış yok! Rahmetli Özhan Canaydın döneminde Lucescu yokluklar içinde takımı şampiyonluğa taşımış, Avrupa’da ses getirmişken gönüllerin hocası Terim aşkı tuttu Galatasaray’ın. Luce gönderildi ‘imparator’ geldi göreve. Devam eden sezonun ortasında da Fatih Terim-Hagi değişimi yaşandı. Ne olduysa da bundan sonra oldu. Kulüpte bir hoca erezyonu başladı. Gerets rekor puanla şampiyon yaptığı takımı ertesi sezon şampiyon yapamayınca görevden alındı. Feldkamp’ın gelmesi sürpriz, performansıysa daha da sürprizdi. Disiplini seviyordu Kalli. Ancak oyuncular bu durumdan hoşnut değildi ve bugünlerin fitili ateşlendi. Tarihte ilk defa resmi olarak olmasa da futbolcular kelle kopartmış, Kalli görevinden uzaklaştırılmıştı. Kalli’nin kararı diyorlar ya; sadece gülüyorum. Ya bizim Kalli’yi hiç tanımadığımızı düşünüyorlar ya da bizi zeka eksiği insanlar olarak görüyorlar. Velhasıl, takım teknik direktör olmadan şampiyon oldu. Fitil ateşlendi diyorum çünkü o gün bu gündür Florya’da sistem, işleyiş futbolcu kadrosunun elinde.

Sonrasında Skibbe geldi. Skibbe’nin oynattığı futbol, nazarımda tek kelimeyle süperdi. Lincoln’ü hayata döndürmüştü bu adam. Ancak ona da geldiğinden kısa bir süre sonra görevi bırakması için baskı yaptılar. Yardımcıları görevden alındı, kaleci ve santrafor transferi son günlere bırakıldı. Takım Şampiyonlar Ligi’nden elendiyse de Avrupa Ligi’nde oldukça iyi gidiyordu ve ligde de başarılıydı. Tüm konular bir tarafa top oynatmak istiyordu genç Alman. Ama futbolcu kadrosu Lincoln’e özel ilgi gösteriyor, yabancılar kayrılıyor zırvalarıyla Skibbe’nin de ayağını kaydırdı. Baros’u neden çok seviyorum biliyor musunuz? Bir röportajında “Skibbe belki de benim yüzümden gönderildi. O penaltıyı atsam belki de halen takımın başındaydı. Ve kendisi mükemmel bir hocaydı” dediği için. Ancak bilmiyor ki Kocaelispor maçı sadece basit bir nedendi. Skibbe öyle ya da böyle gidecekti ve bilindik son Kocaeli maçında geldi. Sonra kim geldi takımın başına? Galatasaray’ın efsane kaptanı Bülent Korkmaz… “Ben Galatasaray’ın teknik direktörü olsam Lincoln’ü oynatmam, takımda tutmam” diyen adam. Talih yüzüne gülmüş, takımın başına geçmişti. Peki bu düşüncesinin çıkış kaynağı neydi sizce? Bu aslında Korkmaz’ın değil Galatasaray kadrosundaki yerli oyuncuların görüşleriydi. Lincoln’ün varlığı yerlileri rahatsız ediyor, dost meclislerinde Korkmaz’a bu konuda dert yanıyordu futbolcular.

Korkmaz’ın sonu da geldi. O da gitti sezon sonunda. Bu arada Lincoln de takımdan uzaklaştırıldı. Sonrasında bir hayali gerçekleşti Galatasaray taraftarının. Havaalanında Galatasaray atkısıyla görüntülenen adam dünyaca ünlü futbol adamı Rijkaard’dı. Rijkaard gelmişti gelmesine ancak o adamın vizyonunu uygulayacak ortam hazırlanmamıştı. Her şeyi transferle çözeriz mantığıyla sezon başı ve devre arası sansasyonel adamlar getirildi. Kusursuz bir sezon açılışı ancak durdurulamayan bir düşüş gözlemlendi bir yıl içinde.

“Sezon sonu bulunduğumuz yerin bir önemi yok! Hocamıza sezon sonu sözleşme teklifinde bulunacağız. O da burayı seviyor. Ümit ediyorum teklifimizi kabul edecektir.” Sözlerin kime ait olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Adnan Polat’a… Eskiden olsa ne olurdu biliyor musunuz? Gerekiyorsa yine hoca değişimi yapılırdı. Ama başkan takımın önünü açmak için kendi de istifa ederdi. “Ekibimle geldim şimdi de gidiyorum. Başarılı olamadık, istifa ediyoruz” derdi. Polat’ın sözlerinin üzerinden henüz 60 gün geçmemişti ki Hollandalı görevden alındı. Yerine de tanıdık bir isim, Terim dönemi sonrasında olduğu gibi yine Hagi getirildi.

Hagi kötü bir teknik adam gibi eleştirilere girmiyorum. Ancak takımın başına kısa süre önce geçmiş ve başarısız olarak nitelendirip yolları ayırdığınız bir adamı neden tekrar takımın başına getiriyorsunuz demezler mi adama? Fark etmez yönetim için. Sezon sonu o da gönderilir gerekirse… Zaten daha iki maç sonra çatlak sesler çıkmaya başladı içeride. “Acaba Hagi’yi getirerek hata mı yaptık,” “takımın kötü gidişinde aslan payı Hagi’ye mi ait” diye sorular sorulmaya başlandı…

Hoca terörü bundan sonra da devam edecek Galatasaray’da. Sebebi de ne kadar yönetimse o kadar rahata alıştırılmış Galatasaray oyuncu kadrosudur. Hocaların ve sistemlerin önemi yok Galatasaray’da. Oyuncuların keyfi yerinde olsun, hocaları onları çok sıkmasın yeter. Başarılı olurlarsa omuzlara alınsınlar. Başarısızlıktaysa sineye çekilsin her şey. Önceki yazımda yazdım. Galatasaray, takımdaki yerli oyuncuların zerre umurunda değil. Hepsi kendi havasında. Aslanlar gibi sözleşmelerini yapmış, mesailerini satıyorlar. Masa başı işte bunu yaparsınız ve hatta başarılı olabilirsiniz. Ancak Galatasaray tarihte kulübüne inanmayan, ahlaklı olmayan oyunculara asla kadrosunda yer vermedi. Bugün mü? Çok başarılı, takımın faydası için ter döken Adnan Sezgin var ya! Yerli oyuncuların transferleri ve kadroda tutunmaları Adnan ağabeyleri ile olan ilişkilerine bağlı. Yoksa Galatasaray Takımı’ndan bir oyuncunun illegal bir bağlantısı (menajerlik olayından bahsediyorum) olduğu anlaşılacak (anlaşılması bir tarafa kesinleşmiş PFDK kararı mevcut) o oyuncu her şeye rağmen formasını giyip o sahada antrenman yapacak.

Kültürü kayboluyor Galatasaray’ın… Yabancı oyuncu öğüten, başarısızlığı hocaya yükleyen bir yönetim var takımda. Değerli bir yazarımız demiş ki “Şükrediyorum ki Derwall, Polat başkanken Galatasaray’ın başına geçmemiş…” Olay bundan ibaret Galatasaraylı. Şimdi siz üç kuruşluk maaşınızdan, ev masraflarınızdan, yaşantınızdan artırdığınız parpalarla stadyuma gidiyorsunuz ya! Emin olun o takım o artırdığınız paraya değmiyor. Sizin oraya neden, nasıl geldiğinizi bilmiyor. Sanıyor ki her şartta bizi destekleyecekler. Sanıyorlar ki futbolcu oldukları için yerleri sağlam. Yanılıyorlar. Taraftarın da dediği gibi. Herkes gider taraftar kalır. Çünkü gerçek Galatasaraylı onlardır.
Evet o renklere, o armaya gönül verenler sahadakiler değil, taraftarlardır. Bugün sahadakiler alacakları yıllık ücret taksitini, maç sonrası eve gidip ayaklarını uzatmayı, gece dışarı çıkıp maçtan uzaklaşmayı düşünüyor. Forma ve armayı bizler kadar iyi düşünseler, zaten satırlar da bu şekilde yazılmaz. Keşke kötü oynasalar da mücadele edip, Cana’nın yarısı kadar gözü kara olsalar. Baros gibi lifi kopana kadar koşsalar. Kewell’ın yaptığı gibi mağlubiyete isyan etseler. Neill gibi herkesi galibiyete inandırsalar. Ama onlar işin kolayını bulmuşlar. Çok sıkıya gelirlerse kafa kopartıp, suçu teknik direktöre yükleyebilirler. Hal böyleyken kimin umurunda olur Galatasaray? Dış dünyanın isyanını görmezden gelip, “o zaman maça gelme kardeşim” diyen başkanın mı, “bana güvenilirse iyi oynarım” diyen oyuncuların mı, kafayla keseceği topa göğsüyle girerek hocasını sabote eden oyuncuların mı? İyisi mi siz bilet için para denkleştirme derdine düşmeyin. Çünkü sahadaki Galatasaray değil, olmayacak da! Ne zaman ki formanın hakkını verirler, işte o zaman değer masraflardan artırdığınız bilet parası…

1 Aralık 2010 Çarşamba

Bu nasıl bir memleket, bu nasıl bir Galatasaray…

Gün geçmiyor ki Galatasaray’da bir absürtlük yaşanmasın. Koca kulüp kendini yönetici zanneden ukala adamların elinde oyuncak oldu. Sezon başı 9 milyondan aşağı satmayacağız diyerek direten bu gerizekalılar hem adamı küstürdü hem de bugünkü satışa neden olarak ‘boru’ gibi zarar etti. Göz göre göre Galatasaray’ı yok ediyorlar, zarara sokuyorlar. Elano’ya gelene kadar takımda gitmesi gereken o kadar çok adam var ki, olan taraftara oluyor ona yanıyorum…

Esasen; buradaki video hakkında yazmak istiyordum kaç gündür… Bu kafada ne kadar polis varsa hepsinin allah belasını versin. Nasıl bir göttür aklım ermiyor. Amına koyduğum sanki diktatör. “Gidiyor musunuz dağıtayım mı” diyor. Bu memlekette protesto da yasak. Kimse emir kulu falan diye olayı dramatize etmesin. Nasıl adamlar olduklarını biliyoruz. Ben hiç haz etmem karaktersizlerden. Bu nedir lan? “Beni geçmeden devam et.” Sanki koyun sürüsünü hizaya getiriyor yavşak. Anlamadığım sürüklenenlerden biri de demiyor ki; “Arkadaş sen ne yapıyorsun? Yakıcı madde yok, kesici madde yok, taşkınlık yok! Biz koyun muyuz? Takımı protesto etmeye geldik efendi gibi gideceğiz.” Gerçi denyo polis müsveddesi adamları konuşturmuyor bile. Özellikle bir an var ki; taraftarın birinin telefonunu yere düşürüyor. Ulan adam arabam bu tarafta. Alacağım gideceğim diyor. Malum göt oğlanı da “bana mı sordun da oraya bıraktın arabanı” diyor. Siktirgitler itiş-kakışı saymıyorum. Seyrettikçe beynime kan sıçrıyor. Bekara karı boşamak kolaydır diyeceksiniz ama; bu kadar aptal ve koyun yerine konulup iki cümle kurmama izin verilmiyorsa çarşıyı karıştırırım. Devlet memuruna zarardan içeri girerdik herhalde. Bu ülkede o da zor ama. Hapishane hapishane değil, kanunlar kanun değil. Ülkenin amına koyanlar yurtdışında gezer, biz bir polise kafa atarız, hayatımızı sikerler. Hapiste çürürüz…

Videoyu yorumunuza açıyorum. Biz nasıl bir topluluk olduk yahu? Ozan abi bu konulara sürekli değiniyor. Hoş tanışıklık bir tarafa kendisinin böyle bir takipçiden haberi bile yok belki ama ben abi diyeceğim arkadaş. İçimden öyle geliyor. Küfür yazılarına o kadar yakışıyor ki muhakkak bakın derim. Gerçi herkes tanıyor ama biz yine de linki koyalım. Sağda da var; “Futbol Ezilen Halkların Mutluluğudur” şeklinde. Bana da biraz oradan bulaştı küfür olayı.

Bir yazı bu kadar mesajı kaldırmaz ama bunlar hakkında bir iki cümle yazmak için not yazmıştım kenara. Zaten hayatımız iş oldu. Ama arada bir uğrayıp çimleri biçeceğim.