31 Aralık 2008 Çarşamba
İyi yıllar
"Hayatımın en güzel günlerini 2009 yılında yaşadım" demeniz dileğiyle...
25 Aralık 2008 Perşembe
Ben aslında...
Bu da Türk futbolunun bir gerçeği
Teknik direktör. Bülent Uygun. Nam-ı diğer Asker Bülent. Bu adam bazen kendini çok kaptırıyor olmasına rağmen oyuncularını ve Süper Lig’i çok iyi biliyor. Daha doğrusu Türkiye’de futbolun ne anlama geldiğini iyi biliyor. Bunun yanında antrenman ve oyuncu gelişimi konusunda yıllardır ortalıklarda dolanan Türk hocaların da birkaç adım önünde. Sonra çok iyi bir motivatör Bülent Uygun…
Taraftar. Yıllardır söylenen bir olaydır ve sürekli Avrupa takımlarıyla karşılaştırılır Anadolu takımlarındaki taraftar zafiyeti. Sivasspor içlerinde Denizli, Kayseri ve biraz da Gaziantep’in olduğu grup içerisinde ve destek anlamında şanslı takımlardan. artık bu illere giden büyük takımlar önceki yıllara oranla puan cepte diyemiyor. Özellikle Kayserispor yakın gelecekte bir Sivasspor gerçeği daha yaratabilecek takımlardan.
Yönetim. Mecnun Otyakmaz ligin en genç başkanı. Gelin görün ki ilk göreve geldiğinde konuşulan bu konu değil Sedat Peker ile olan bağıydı. Ancak zamanla iyi yönetim, bu kapı arkası konuşmaları ortadan kaldırdı. Otyakmaz’ın net bir özelliği var o da takıma bir idari yönetici gibi yakından ilgi gösteriyor. İlk haksızlıkta çıkıyor, takımının gösterdiği mücadeleden dem vurarak oyuncularının motivasyon kaybına uğramamasını sağlıyor. Bu da oyuncuya “Demek ki bize sahip çıkan, bize önem veren birileri var” duygusunu uyandırıyor. Ayrıca takıma yatırım da yapıyor Otyakmaz. Kulübün mevcut borcu 300-400 milyon dolar arası. Süper Lig’den oldukça iyi para kazanıyorlar. Tribünde de… Zira Sivasspor Anadolu kulüpleri arasında en yüksek bilet fiyatı biçen kulüplerinden bir tanesi. Bu nedenle borç pek de korkutmuyor, başkan ve yönetimi. Çünkü Sivasspor’u atılımda bir holding gibi görüyorlar. Aynı zamanda stadyumun yenilenmesi de genç başkan ve yönetimin aklındaki projelerden.
Futbolcular. Tabi başarılı olmak için bunlar yeterli değil. Karşılaşmalar yönetim odalarında değil, sahada oynanarak kazanılıyor. Onu da yapıyorlar. Sociedad’ın çıkışını hepimiz Nihat’ın varlığından dolayı yakından takip etmişizdir. Ben Sivas’ta da biraz o görüntüyü anımsıyorum. İyi bir forvet ikilisi, sert orta saha, savunmayı bilen defans hattı (kabul etmek gerekirse Sociedad’ın göbek oyuncuları da biraz sorunluydu). Kaleci konusunda bana göre Westerveld’de sorunluydu, Petkovic’de soru işareti. Ve belki de en önemlisi; kendi evinde mağlubiyet almamak. Bence Sivas Sociedad’dan daha avantajlı (Sociedad takımıyla veya oyun yapısıyla değil genel lig pozisyonları ve gidişatları açısından). Zira Mehmet Yıldız denilen bir oyuncuları var. Türkiye Ligi’nin underrate oyuncularında ilk üç’tedir bana göre. Ne çok teknik ne de iyi bir bitirici. Ancak iyi kaptan ve yılmayan bir savaşçı. Hücumun nasıl yapıldığını iyi öğrenmiş. Sadece kendine oynamıyor, takım oyuncusu, arkadaşlarını da pozisyonlara sokuyor. Bu nedenledir ki gol-asisst sayısı onu klas forvet kategorisine koyuyor. Sonra iyi bir hücum yönlü orta sahası var Sivasspor’un. Mohamed Ali. Yıllarca İkinci Lig’de oynayan tecrübeli oyuncu, iki yıldır frikikten, uzaktan attığı gollerle takımının sıkışan maçlarını kazandırıyor. Tıpkı son Gençlerbirliği maçı gibi. Sonra Türkiye Ligi’ne göre hiç de fena olmayan bir derinliği var kadronun.
Rakipler. Hiç kuşku yok ki Galatasaray ve Trabzonspor’u bir tarafa ayırırsak diğer reel rakipler bir hafta başka bir hafta başka oynuyor. Yani eskisi gibi çok rakip yok. Doğru düzgün bir form grafiği yakalayamadı rakipleri ve rüzgar nereye sürüklüyorsa onlar da oraya doğru gidiyorlar. İşte Sivasspor’un Galatasaray ve Trabzonspor ile ortak noktası da bu. Futbol yapıları belli. Her hafta aynı mantığı sahaya yansıtabiliyorlar. Puan kaybı yaşamıyorlar mı? Yaşıyorlar ama ‘kılıçla yaşayan kılıçla ölür’ misali kendi bildiği oyunu oynuyor. Ve yer yer eleştiriliyor. Sistemin ve futbolun çok yavan olduğuna dair. Bence yanlış. Bu belki Fenerbahçe veya Galatasaray için söylenebilir ancak iki hafta üst üste alınacak mağlubiyetlerle özgüveni yerle bir olacak bir takım için söylenemez. Bu kadar kırılgan takımlar zaman zaman mağlup olmaktan korkarak iyi bir futbol oynayamayabilir. Bu nedenle genel olarak çok da göz zevkini olumsuz etkileyecek bir futbol oynamıyorlar.
Sivas’ta, başkan yatmıyor, hocanın kafası çalışıyor, futbolcular özverili oynuyor, halk da desteğini esirgemiyor. Bu durumda geriye kalan tek şey helva yapmak. Sivas geçtiğimiz yıl kıvamı tutturamasa da bana göre helvayı yaptı. Ancak insan yapa yapa öğreniyor demek ki… Bu yıl şu ana kadar oldukça iyi gidiyorlar. Artık insanların ‘Anadolu’dan şampiyon çıkmaz’ lafına itibar etmiyor. İşte o tabuyu yıkan takım olarak Sivasspor, bu istikrarlı gidişi sürdürebilirse lig tarihindeki efsane sezonlardan bir tanesinin altına imzasını atar.
23 Aralık 2008 Salı
Budur durum!
Ben de konuyla ilgili TFF'ye bir broşür hazırlıyorum. Ancak bir konuda takıldım. MHK'nın kuruluş yılını internetten kör-topal öğrendim fakat içime sinmedi. "İyisi mi MHK'yı arayayım" dedim. Demez olaydım. Takip eden 10 dakika içinde günün kalan kısmını sinirli geçirmeme sebep olacaklarını düşünmemiştim. Utançtır bu! MHK'da çalışan üç kişi çalıştıkları kurumun kuruluş yılını bilmiyor. Ya da biliyor söylemiyor. Bu daha da büyük bir utançtı o asalaklar için... Daha doğrusu onlara "Kim ararsa arasın hiç bir şey söylemeyin" diyenlerin utancıdır. "Lanet olsun. En iyisi TFF'yi arayayım" dedim. Orası da çoktan devlet dairesi modunu aşmış. TFF'de hattına bağlandığım üç kişinin üçü de MHK'yı duyar duymaz, "Ben size MHK'nın numarasını vereyim oradan öğrenin" dedi. Git gide agresifleştiğimin farkındaydım. Ve sonunda patladım. Demek ki biraz bağırmak gerekiyormuş. Cep telefonu numaramı alarak beni hemen haberdar edeceklerini söylediler. Yok arayan falan... Yazık demekten başka bir şey gelmiyor içimden...
22 Aralık 2008 Pazartesi
Benden söylemesi
Yukarıda da dediğim gibi Skibbe'yi geldiği ilk günden bu yana savunanlardan bir tanesiyim. Daha önce yeri geldi forumlarda yeri geldi bloglarda okuduk/yazdık. İlk zamanlar takım otursun o zaman konuşuruz diyorduk. Takım oturdu. Müthiş bir hücum hattı oluştu Galatasaray’da. Takım tek toplarla müthiş yardımlaşmalarla goller buluyor. Pozisyonlara giriyor. Orada eleştirilecek bir nokta olmadığı kanısındayım. Zira tıkanınca da Skibbe hücum konusunda renkli biri olduğundan hemen reçeteyi yazıyor. Ancak ne kadar gol atsa da bir türlü kalesini gole kapatamıyor. Lig başlayalı 4 ay oldu. Galatasaray’da çok şey değişti ancak ilk maçtan son maça bir tek savunma değişmedi. Halen açık veriyor, halen adam kaçırıyor Galatasaray savunması.
Ben bu noktada eksikliğin bek ve ön liberolardan kaynaklandığını savunuyorum. Özellikle kademe yapmayı bilen, hava toplarına çıkabilen, rakibe karşı vücudunu kullanabilen kısacası Hakan Balta'nın sağ bek versiyonunun takıma kazandırılması çok kritik. Uğur-Sabri-Serkan ile aşılabilecek bir sorun değil bu. Hele ki Barış ile hiç değil (Zaten oldum olası Barış'a ısınamadım, hiç bir Galatasaray taraftarının da ısındığını sanmıyorum). Galatasaray’ın blok olarak geri dörtlüsü savunmayı bilen adamlardan oluşmalı ki yerleşme ve kademe hatalar yapılmasın. Delgado’nun attığı gol de olduğu gibi… Bu durumda bekleri hücumda sıklıkla göremeyebiliriz. Ancak zaten Galatasaray’ın da şu anda hücumda pek de beklere ihtiyacı yok. Yarın da olacağı tartışılır.
Sağ bek transferi sonrasında ben bir de Ayhan-Linderoth değişikliği sanırım orta alanda istenilen sertliği de getirecek. Ve rakibin hücuma çıkışlar bu ikilinin baskısıyla karşılaşacak. Dolayısıyla yerleşim ve rakibi alma açısından stoperlerin daha fazla vakti olacak. Aynı şekilde takım gol yeme hastalığından kurtulursa savunmaya ve takımın geneline bir güven gelecek. Ve takım ilerleyen haftalarda daha az gol yiyerek daha net adımlarla ilerleyecek.
Bizim dışarıdan bakışımız bu kadar. Skibbe aldığı galibiyetler ve hedeflere olan uzaklıklara bakacak olursa hiç de fena olmayan bir pozisyonda. Artık sezonun kalan kısmında önümüzdeki yılı kurtarmak için sonuca oynamak zorunda. O da bunun farkında olacak ki dünkü basın toplantısında "Sizlerle biraz daha birlikte olacağım için mutluyum" böyle dedi. Artık gerisini de zaman gösterecek...
Süperdi...
Hücumcular oynadı, savunmacılar seyretti
Favori Galatasaray beklendiği gibi çıktı maça. 3-5-2’ye benzer bir sisteme dönerek son haftalarda formunu yukarı taşıyan Sarı-Kırmızılılar’ın 11’inde sürpriz yoktu. Taraftarın da desteğini arkasına alan Galatasaray, rakibin de kırmızı kart görmesiyle iyice rahatladı ve iyi oynadığı akşamda üç puanı dört golle aldı. Ve Türk insanı bir derbiyi daha oynanan oyundan çok hakemi tartışarak geride bıraktı.
Demirören'in kırmızı Ferrari'si
Derbi sonrası gazetelerin başvuracağı haberlerden bir tanesi de Mustafa Denizli – Ertuğrul Sağlam karşılaştırması olacaktır. Adamlar da haklı malzeme bol. Biz de girelim ucundan: Sağlam-Denizli karşılaştırması…
Bir kere derbide Beşiktaş’ın başında Sağlam çıkmış olsaydı belki Galatasaray yine kazanabilirdi; ama dört gol yemezdi. Keza Kadıköy’deki maçta rakibini yenebilirdi belki. Ama İstanbul’da Kocaeli’ne beş tane atamayabilirdi. Yine Gençlerbirliği deplasmanında üç gol bulamayabilirdi. Cümleleri hep –bilirdi diye bitiriyorum. Zira kendisi önce savunmanın üst seviyelerde olmasını tercih ediyordu. Az-çok Lucescu mantalitesine sahipti. İlk olarak 1-0 olsun bizim olsun düşüncesiyle maçlara çıkıyordu (Arada Kocaelispor gibi Hacettepe gibi alt klasman takımları saymıyorum). Bana göre kendisinin sonunu hazırlayan da buydu. Hani Bordeaux yazısında “Nedendir bilinmez futbolculuktan teknik direktörlüğe geçen bazı adamlar hem ekranda hem de kenarda güvensiz bir görüntü sergiliyor” dedim ya maalesef Ertuğrul da o sınıfa girdiği için kaybetti. Taraftar bir türlü güvenemedi O’na… Sonrasında olanları biliyoruz. Demirören’in kırmızı Ferrari’si Beşiktaş’ın şoförü değişti. Ve Beşiktaş belki de sezonun kumarını oynuyordu.
Direksiyona arabayı daha hızlı süren Denizli geçti. İlk maçı 3-1 kazandı. Baktı ki araba basınca gidiyor, hız kesmedi. Ancak bu kadar yoğun trafikte ne kadar sürat o kadar riskti. İlk uyarı da daha ertesi hafta Sivas’tan geldi. Sonra ligin gol pozisyonu/gol atma konusunda en kötü takımı Hacettepe’den gol yerken, savunma anlamında problem yaşadıklarını fark etmedi. Ya da biraz sürat yapmak hoşuna gitmişti. Savunmayı pek de düşünmüyordu o sıralar.
Ertuğrul Sağlam’ın takımına oranla oyuncuların Denizli ile biraz daha iştahla oynadıklar göze çarpıyordu. Kayserispor maçında Denizli ilk tam puanını kaybediyordu. Sonrasında bence mağlup olunması hayırlı bir maçı beş golle kazanırken, her şeyin yoluna girdiği düşüncesi doğuyordu akıllarda. Oysa ki; Beşiktaş inanılmaz yerleşim hatalarıyla önüne gelenden gol yiyordu. Ve Denizli ısrarla sistemden vazgeçmeyeceğini belirtiyordu.
Fenerbahçe maçı öncesinde Eskişehir’i iki golle geçen Siyah-Beyazlılar, tahmin etmedikleri bir tabloyla karşılaşacakları dört haftalık periyoda giriyordu. Beşiktaş ilk olarak belki de son yılların en kötü Fenerbahçe’siyle Kadıköy’de karşı karşıya geliyordu. Karşılaşma 2-1 kaybedilecekti ve Denizli bu maçtan sonra oyuncu tercihleri nedeniyle eleştirilecekti. Ancak yine de takımının 10 kişi kalması seslerin çok yükselmemesini sağlayacaktı. Bir kere düşmeye gör… Sonraki hafta evinde Ankaraspor’u ağırlayan Denizli’nin talebeleri çoğu kişinin kırmızı karta bağlayacağı 3-1’lik mağlubiyetle sahadan ayrılacaktı.
İlk yarı Galatasaray maçıyla son bulacaktı ve Beşiktaş bu maça Ankaragücü’nü 1-0 yenerek geliyordu. Rakiplerden bir tanesi formunu üst seviyeye taşırken diğeri düşüşü engelleyemiyordu. Ve Ali Sami Yen’deki maçın başlama düdüğü çalındığında Sarı-Kırmızılı takım karşılaşmanın favorisiydi.
Favori yanıltmayarak rakibini 4-2 mağlup ediyordu. Ve Denizli basın toplantısında takımının 27-28’inci haftalarda istenilen yerde, istenilen düzeyde olacağını söylüyordu.
Veriler sağlam yerden. Ertuğrul Sağlam takımı bıraktığında 6 maçta 14 puan toplamış Beşiktaş. Sonraki 10 haftada alınan puan sayısı da tıpkı ilk 6 haftadaki gibi 14. Bunun yanında sıralamadaki yer de değişiyor. İlk 6 haftanın lideri Beşiktaş, ilk yarıyı zirvenin altı puan uzağında ve yine 6’ıncı sıradan takip ediyordu.
Şüphesiz iki teknik adamın rakipleri aynı kalibrede değildi. Fikstür açısından dezavantajlı olan taraf Denizli’ydi. Ancak yine de bu Denizli’nin doğru adam olmadığı tartışmasının cevabı değildi ve zirve yarışı şekillenmeden de bu soru cevapsız kalacak kimine göre.
21 Aralık 2008 Pazar
Nasıl ama?
Yüzde 40 futbol
UEFA'dan haberler serisi
Aynı konu üç farklı haber. Kura çekiminin yansımaları devam ediyor blogda… Hazır motiveyken araları soğutmayalım dedim. Karşınızda Bordeaux…
Nedendir bilinmez futbolculuktan teknik direktörlüğe geçen bazı adamlar hem ekranda hem de kenarda güvensiz bir görüntü sergiliyor. En azından ben bazısına karşı bu görüşleri taşıyorum. Laurent Blanc da onlardan bir tanesi. Hani başarısız olmasına karşın Roy Keane, bana güvenin dese güvenirsin de bunu Southgate dese bir soru işareti çıkar kafada. Ben Blanc’ı da bu güven vermeyen teknik adamlar arasına koyuyorum. Fark etmeden bir dosya konusu buldum. İlerleyen günlerde blogda sahadan kenara geçen fakat güven vermeyen veya vermeyecek olan futbolcu/teknik adamları okuyabileceksiniz.
Konudan uzaklaşmadan analize devam edelim. Oyuncu analizine girmeyeceğim tek tek ancak atlamadan Obertan için iki cümle yazmak istiyorum. Obertan, üç yıldır ‘ben topçu olacağım’ diyordu. Kısmet herhalde bu yılaymış. Kabak çekirdeği gibi açıldı son haftalarda.
Bordeaux’ya gelince; bu yıl Şampiyonlar Ligi’nde Cluj’u saymazsak iki rakibi karşısında da yaratıcılıktan uzak bir futbol oynadı. Bana göre bir tek kendi evlerindeki Chelsea maçında karakterli bir futbol oynadılar ki bunda Scolari’nin payı da oldukça yüksekti. Fransızlar kendi liglerindeyse Chabani Dalma Stadyumu’nda namağluplar. Gerçi ben hiçbir türlü Fransa Ligi’ni Avrupa’nın diğer lokomotif üç ligi ile karşılaştırmam ama bizim ligimizi de göz önünde bulundurursak önemli bir istatistiktir.
Özellikle bu yıl Fransa’nın uyuşuk futbol yapısından uzaklaşarak II. Lyon olma yolunda atılımlar yapan Bordeaux’da Galatasaray’ın dikkat etmesi gereken adamlar belli: Chamakh, Gourcuff, Wendel, Cavenaghi…
Galatasaray’ın ofansif futbolu, Bordeaux’un da değişen futbol yapısı bence Sarı-Kırmızılılara gol olarak dönecektir. Özellikle ilk maçta deplasmanda atılacak gol ve goller Ali Sami Yen’de maçın daha rahat oynanmasını sağlar. Tüm bunların yanın bir de son iki yıldaki eşleşmeleri koy. Bundan iyisi Şam’da kayısı her haliyle. İlk maç 18/19 Şubat’ta Fransa’da, rövanş ertesi hafta Ali Sami Yen’de.
19 Aralık 2008 Cuma
Bir kura çekimi daha böyle geçti
Eskiden ne kadar takımlar için takip ediyorsam o kadar da Celta de Vigo ve Galatasaray SK telaffuzlarını işitmek için takip ediyordum kura çekimlerini. Esasoğlanda müthiş maçlar bizi bekliyor. Yardımcı başrolün kuraları ve geleceği içinse şimdiden konuşmak erken olur. Zaten detaylı öngörü sonraki haberimizin konusu. Bu arada kura çekimlerinde ballı dediğimiz Galatasaray yine 'idare eden' düzeyde bir rakip çekti. Bu uğur meselesi Sinyor Bartu'dan mı kaynaklanıyor ne?
Avrupa'da kura günü
UEFA Kupası
Şampiyonlar Ligi
Uche görmesin
8 Aralık 2008 Pazartesi
Yazık bu adama
Seri uzadığı için kabak tadı vermemesi adına başlığı uzatmadım. Nefretverenler dedik ya. Cumartesi günü Tello’nun o yumruğunu 20 cm önünde göremediyse, yan hakem denen zavallı, bıraksın o bayrağı. Gitsin evinde Digiturk’ten seyretsin maçları. Çünkü kendisinden daha iyi olan hakemlerin önünü tıkamaya hakkı yok. MHK’nın da gözüne girsin o pozisyon. Ne durumda olduklarını görmeleri için.
Cumartesi maç ziyafeti
Saat 12:30… U14 maçı için iki takım da sahada. İki takımın 10 numarası aynı zamanda kaptanlar. Beşiktaş’ın kaptanı meşhur Muhammed. Maçlar 35’er dakikalık iki devre halinde oynanıyor. Ve ikinci yarıya başlarken üç farklı oyuncuyu sahaya sürmek zorundasınız. Galatasaray Beşiktaş’a oranla oldukça kuvvetli. Aslında iki takım da A takımlarıyla benzerlik göstermiyor değil. Galatasaray sürekli ayağa oynuyor. Oldukça bilinçli. Topun arkasına geçmeyi iyi biliyor. Beşiktaş ise en kısa zamanda ileri uç oyuncularına nasıl top geçiririmin derdinde. Uzun-kısa fark etmiyor, aldıklarını 9-11 ikilisine atıyor. Muhammed demişken Galatasaray’daki 7 numara Samet’i de atlamamak lazım. Kısa boylu. Ancak kuvvetli. Topu aldığı gibi çizgiye de inebiliyor, içeri de dalabiliyor. “Bu çocukta iş var” dedirtiyor. Oyuncu değiştirme kuralı bir kez daha devreye giriyor ve hocalar toplamda beş mecburi değişiklik için yedek kulübesine başvuruyor. Ve Galatasaray’ın hocası kaleci değişimine gidiyor. Maçın bitimine 15 dakikadan az kalmışken yapılan bu değişim ters tepiyor. Girdiği dakikadan itibaren tedirgin gözüken 12 numara, son dakikada hatalı çıkıyor ve top ağlarda. Beşiktaş golü buluyor. Ardından son düdük. İşte maçın hareketi. Beşiktaş’ın antrenörü, hatalı gol yiyen ve maç sonrasında yere yığılan Galatasaray kalecisine koşuyor. Önce kaleciyi teselli ediyor, sonra takımını topluyor tribüne götürüyor. Unutmadan, karşılaşmada çıkan iki sarı karttan bir tanesi hakemi aldatmaya yönelik hareketten Muhammed’e çıktı. Ne kadar manidar değil mi? Daha bu yaşta…
Saat 14:20… Küçüklerden sonra sıra U15’te. Küçüklerden sonra diyorum, zira U15 takımı bayağı bayağı koca adam. Fizikler boylar, U14 takımının neredeyse iki katı. U14 kuralları burada da geçerli. Maça Beşiktaş başlıyor. Az önce biten maça oranla oldukça sert geçiyor. Fulya’da kemik sesleri! Muhabir olsa yarının başlığı hazır. Hakikaten de öyle ama. Kimse toptan sakınmıyor kendini. Kenardakilerin gözüne girebilmek için canla-başla top oynuyor. A takımla benzetmeler yapıyorum. Galatasaray’ın 11 numarası bildiğin Kewell. 3 numarasıysa Hakan Balta. Ancak bir 8 numarası var ki ayrıca bir cümleyi hak ediyor. Her topa basıyor, bir sağda bir solda. Bir bakıyorsunuz savunmada son adam, diğer pozisyonda son pası veren 10 numara. Sıra Beşiktaş’ın gençlerinde. 10 numara sol ayak ama Felipe gibi sağdan içeri girmeyi seviyor. Hocası da yol vermiş sağ kanatta oynuyor. Kartal’ın savunmasındaki ikiliden herhangi birini Gökhan yerine A takıma koy sırıtmaz. Ancak Beşiktaş’ın kaleci problemi alt yaş gruplarında da var. U14 ve U15 takımlarının kalecileri rakiplerine oranla oldukça kuvvetsiz ve kısa. İki yaş grubu maçında da kaleyi gören vurdu Galatasaray’da. Maç ilk yarıda 8 numaranın attığı gol ile 1-0 sona eriyor.
U15 maçı da sona eriyor. Maç sonrası biraz Mehmet Ekşi ile sohbet ediyoruz. Beşiktaş’ın alt yapı organizasyonunun oldukça büyük yol kat ettiğini ve bu konuda bir hegemonya boyutuna ulaşan Galatasaray hâkimiyetini yakalamak üzere olduğunu söylüyor. Ve Fulya’daki futbol ziyafeti gün için sona eriyor.
27 Kasım 2008 Perşembe
Bazen
Rakip Galatasaray, Eskişehir değil. Hatayı affetmiyor eloğlu. İki kez geliyor, iki gol atıyor. Birinde kaleciniz boşa çıkıyor gol oluyor, diğerinde taçtan gelen topa savunmanız iki defa müdahale edemiyor gol oluyor.
Bazen. Bazen takımlar için sezon kâbus gibi geçer. Ancak bu kabustan uyandıklarında daha kuvvetli olurlar. Mesela Galatasaray Fatih Terim ile bir sezonu çöpe attı. Ama ne oldu? Ertesi sezon bir temel attı ve sonraki sezon da şampiyonluğa ulaştı. Daha da öncesine gidersek Fenerbahçe, kazansa UEFA’ya gidebileceği maçı kaybetti. Onlar için kayıp bir sezondu. Ancak ne oldu? Fenerbahçe ertesi yıl yaptığı yatırımlarla şampiyon oldu.
Ben bu yıl Fenerbahçe için kayıp bir sezon olduğu düşüncesindeyim. Şampiyon olsa dahi geleceğe atılmış yarım adım bile yok. Ne önümüzdeki yıllarda Türk futboluna kazandırılacak genç bir yıldız, ne de mevkiler üzerine kurulmuş bir oyun sistemi. Bunu her futbolsever kadar Fenerbahçe Yönetimi de gözlemliyordur. Bu nedenle ben Fenerbahçe’nin önümüzdeki yıl bu sezon yaptıkları hataları analiz ederek çok daha doğru ve emin adımlar atacaklarını düşünüyorum.
Aslında yorumları önümüzdeki yıl için yapıyorum ama iyi değerlendirildiği takdirde bir ara transfer dönemi var. Ara transferde istenen oyuncuyu istenen bedellere almak bilindiği üzere oldukça zordur. Yine Maldonado, Josico ayarında bir oyuncu gelecekse hiç transfer yapmamak daha doğru. Şu saatte Aziz Yıldırım, Fenerbahçe hakkında neler düşünüyor bilinmez ancak futbol haznesi geniş olan Aragones hamlesinin doğru olabilmesi için takımı aynı mantıkla donatmak lazım. Artık aradaki ‘doğru’ kelimesini hamleden önce getirerek sıfat yapacak olanlar da Fenerbahçe Yönetimi…
23 Kasım 2008 Pazar
Nefretverenler #3
Dakika 2’de Ankarasporlu oyuncu kendisini ekarte eden Arda’yı önce formasından çekiyor sonra da iki eliyle belinden sarıldığı gibi yere indiriyor. Bu olay yan hakemin beş adım önünde, orta hakemin ise görüş açısında cereyan ediyor. İki hakem tek adam olamıyor işte. Pozisyonu kartsız geçiştiriyor Yıldırım. Keşke o faulü hiç çalmasaydı. En azından karakterinin bu denli zayıf olduğunu de-şifre etmezdi. Pozisyonun devam ediyor. Galatasaray frikiği kullanıyor, kale sahası içerisinde Arda Ankarasporlu oyuncu tarafından formasından çekilmek belinden kavranmak suretiyle bir kez daha yere indiriliyor. Bülent Yıldırım nerede biliyor musunuz? Ceza sahası dışında yayın sol çaprazında. Hani “Hocam Arda’yı indirecekler, pozisyonu iyi süzebilmek için yayın sol tarafında bekle” gibi bir istihbarat verseler ancak orada durulabilir. Tekrarı seyrediyoruz, benim için Türk hakemliğinin sona erdiği andır. Dakika 2. Bülent Yıldırım buz gibi, gözünün önünde, arada sinek bile yokken gördüğü yaka-paça indirilmeye penaltı çalamıyor.
Çok maçlara şahit olduk, şiş ve kebabın yanmaması için son anlarda gözden kaçan pozisyonlara, görmezden gelinen olaylara. Ancak bu ülkedeki futbolsevere yazık değil mi? İnsanlar bu maçları seyretmek için evine Digiturk, bilet alıyor, daha düşük bütçeye sahip insanlar kahvede sigara zehri içerisinde oturuyor. Ne için biraz olsun yaşamdan uzak olabilmek için… Kimin hakkın var bu maçları çekilmez kılmaya?
Maç devam ediyor biz bunları sorgularken. Aynı hakem Emre’nin arkadan asılarak çektiği pozisyonda günah çıkartıyor ve pozisyonu faul ile geçiştiriyor. Pozisyon buz gibi sarı kart. Şimdi dediğim gibi bu olaylar 90 dakikanın sonlarına doğru olabilir (aslında o anlarda da yaşanmaması gereken talihsiz olaylar zinciridir anlattıklarım), hakemin konsantrasyonu düşmüştür denebilir, yorulmuş görememiştir denebilir, kısaca bir şekilde bir kılıf bulabiliriz. Ancak henüz maçın 2’nci dakikasında ne oldu da maçtan böylesine koptun arkadaş.
Burada takım şak-şakçılığı veya fakir-fukara edebiyatı yapmıyorum. Hakemler konusunda yazmaktan da hep bu takım-taraf tutma konularından dolayı imtina ediyorum. Ancak dün gördüğüm cinayet yazılmayacak gibi değildi. Ben son yazıda “50’nci yılını geride bırakan Türkcell Süper Lig’de eğer Fenerbahçe-Galatasaray maçını yönetebilecek bir hakemimiz yoksa artık bazı konuları biraz daha ciddi sorgulamak lazım” demişim. Halt etmişim affedersiniz. Henüz gerilmeyen ortamda, maç günlük-güneşlik giderken sıradan bir Süper Lig maçını yönetecek hakemimiz bile oldukça az. O yüzden kimse kimseyi kandırmasın. Bir de bu ‘siyah giyen adamlara’ FIFA kokartını kim layık görüyor onu da anlamakta güçlük çekiyorum. Biz lütfedip kendi ülkemizde maç yönettiriyoruz, onlar da işmiş gibi bunlara FIFA kokartı veriyorlar. Yazık kokartı bu kadar ayağa düşürmeseler keşke.
22 Kasım 2008 Cumartesi
Bilet parasını şimdiden ayarlayın
Aragones Fenerbahçe'sinin Alex hali
Şimdi Aragones ilk imza attığında Alex’in Fenerbahçe’deki varlığı sorgulandı. Çünkü Aragones, hepsi koşan hepsi yaratıcı öylesine bir orta sahayı yönetiyordu ki Alex’in durarak oynaması İspanyol’un işini zorlaştıracaktı. Derken elde oldukça formda bir Semih ve hem taraftarın hem de yönetimin sahada görmek istediği bir de Güiza vardı.
Orta sahanın ihtişamından bahsettik bahsetmesine de peki İspanya 2008’de nasıl oynamıştı? Orta alan oyuncularının hücuma kattıkları zenginliğin yanında hareketli forvetler baskıyı hücumdan başlatarak takım tam sahada bir alan savunması yapıyordu. Oyuncuların hepsinin birbirinden kaliteli olması Aragones’in işini kolaylaştırmıştı. Savunması da Puyol’un önderliğinde iyi iş çıkarında hücum takımı her maçta gücünü ortaya koymayı başarıyordu.
Bugün… Şüphesiz Fenerbahçe Aragones’e imza attırırken kadrosuna transfer ve derinlik katma konusunda hocasına bir güvence vermiştir. Eğer vermediyse ve bu hoca da günün birinde savunmasını Can-Yasin, orta alanını Maldonado-Josico ikilisinden oluşturacağını bilerek sözleşme imzaladıysa bu ülkeye tatile gelmiş demektir. Ancak sanki ihtiyacı yokmuşçasına transfer sezonunu en verimsiz geçiren takım Fenerbahçe oldu. Diğer takımlar kadrolarını yetenekli ve gerekli oyuncularla takviye etti. Yetmediği gibi mevcut kadrolarını da korumayı başardı. Ve en büyük kaybı da Fenerbahçe verdi, Aurelio gibi bir sigortasını yitirdi. Üzerine tam bir ay Senna’nın kapısında yatarak vakit kaybetti. Ve Türk futbolunun son dakika gece transferlerinden bir tanesine imza atarak Josico’yu getirdi. Transferde fonun büyük bölümü Güiza’ya gitmiş, Senna konsantrasyonu diğer alanlardaki açığın gözden kaçmasına neden olmuştu ve Fenerbahçe kadro derinliğinin olmadığını nihayet fark ediyordu. Ne zaman mı? Transfer sezonun son bölümünde Deivid’in sakatlanmasıyla...
Bu kadar polemiğin ardından yazının ana konusuna dönüyorum –nihayet-. Fenerbahçe yarın gündüz maçında Ankaragücü ile karşılaşıyor. Ben bu maçı iple çekiyorum. Geçtiğimiz maça iki forvet ile çıkan ve orta alanda yükü hücum gücü kısıtlı Josico-Selçuk ikilisine veren Aragones, kanatları da Uğur ve Deivid'in yeteneklerine bırakmıştı. İşte bu sistem Aragones’in İspanya’da uyguladığı sistemin Fenerbahçe versiyonuydu. Aynı sistemle Galatasaray’ı da yenmişti. Çünkü bu sistem hücum oyuncularının prese katılmasıyla rakibin oyun alanını daraltıyor, pozisyon verilmesini engelliyordu. Aynı şekilde hücum çeşitliliği yaratıyor, takım oyunun tek hakimi oluyordu. Ankara maçına da aynı mental yapıyla çıktı Fenerbahçe. Derken Semih sakatlandı, Emre oyuna girdi. Yani Alex’li sisteme dönmüştü Fenerbahçe. Değişikliğe bağlamayacağım ancak Sarı-Lacivertliler Ankaraspor karşısında dönem dönem kontrolü kaybetti. Ve topun hakimi Ankara takımı oldu. İşte o anlar -söylemeye gerek yok- orta alandaki iki kanat oyuncusunun oyundan düştüğü veya savunmayı bıraktığı anlardı. Oysa aynı Uğur Galatasaray karşılaşmasında da oyundan düşmüştü. Aynı şekilde sakat Deivid de maç eksikliğinden dolayı durarak oynayabilmişti. Ancak takımı oynatan sistemdi. Orta alan ve hücum öylesine bir pres yapıyordu ki Galatasaray sahasına hapsoldu. Ankaraspor karşısında bu yoktu. Çünkü oyuna ikinci bir forvet değil bir orta alan oyuncusu girmişti.
Yarın deplasman maçında Semih, Uğur, Carlos yok. Muhtemel olarak Alex 11’de olacak. İşte bu şart mı diye sorguluyorum. Tamam kadro derinliği Alex’in oynamasını neredeyse mecburi kılıyor ama ortada da bir gerçek var. Bu takım kötü futbol oynadığı maçların hepsinde Alex taktiğini uyguladı. Aynı anda göze hoş gelen futbollarını Alex’in olmadığı ara dönemde sahaya yansıttı. Alex’in yokluğu Aragones’in işini kolaylaştırmıştı şimdi Alex’li dönem terletecek. Bakalım İspanyol hoca yarın sistemini Alex ismine ezdirecek mi? Yoksa Alex’i kulübeye çekerek ben kendi doğrularımı uygularım ayarı mı verecek? Bence ilki olacak ve Fenerbahçe yavan futboluna sert bir dönüş yapacak…
20 Kasım 2008 Perşembe
34 dakikalık formayla jübile
Konumuza dönecek olursak Savo Milosevic, Partizan futbol fabrikasının Avrupa futboluna servis ettiği en büyük yıldızlardan bir tanesi. 1992 yılında Partizan’ın A takımında oynamaya başlayan Milosevic, oyun özellikleri açısından tipik bir hedef santrafor… 187 cm boyuyla hava toplarında ne kadar etkiliyse sağdan soldan gelen toplara ayağını sokması ve ceza alanını karıştırmasıyla da ünlüdür kendisi... Sırbistan’dan İngiltere’ye dikey geçiş yapan Savo, sekiz yılda sezon başına 32 maça çıkar ve her iki maçta bir golünü atar. Bu arada yolu daha sonraki yıllarda ikamet edeceği İspanya’ya düşer. Real Zaragoza’da iki sezon geçirdikten sonra yanlış bir seçime imza atar ve Parma’ya transfer olur. İşte Çizme’nin havası herkese yaramaz. İtalya’da boşa geçen iki yıl ve İspanya’nın yolları taştan.
Bonservisinin Parma’da olduğu son dört yılın üçünü İspanya’da geçiren Savo, bir nevi Yılmaz Vural - Hikmet Karaman arası bir misyon edinmiştir. İspanya’nın orta sıra takımlarında ter döken Savo, yukarıdaki ikilinin aksine ortaya performans koyar. Ve hayatını İspanya’ya kaydırdıktan sonra iş uzun süreli hayat kurtarma sözleşmesine gelmiştir ve Savo bu sözleşmeyi 2004 yılında Osasuna ile yapar. Osasuna’da üç yıl görev yapan golcü Savo, daha sonra futbola ne diye girdikleri belli olmayan Ruslar’ın Rubin Kazan takımıyla anlaşır. Ve aslanlar gibi şampiyonluk yaşar yeni takımında.
Savo’nun en ilginç yanı bence yukarıdaki kariyeri değil. Kalburüstü her golcü aynı kariyeri yapabilir. Ancak her golcü üç yarı Milli Takım’ın formasını giyemez… Savo önce Yugoslavya, ardından Sırbistan Karadağ, son olarak da Sırbistan Milli Takımları’nın formasını terletti. Kolay değil 102 kez giydiği Milli Forması bölünmeler yüzünden rekor özelliği taşımıyor. Üstelik son maçı saymazsak Sırbistan formasını giymişliği de yok ama kader işte, jübilesini sadece 34 dakika giydiği formayla yaptı. Sırbistan – Bulgaristan maçında sahaya son kez Milli formayla çıkan Milosevic, iki gol attı iki de penaltı kaçırdı. Bundan böyle Savo’yu Spormax’in yayın takvimi el verdikçe yeni sezonda Gökdeniz, Hasan Kabze ve Tomas kardeş ile birlikte izleyebileceğiz. Buna da şükür…
Teşekkürler Di Stéfano
10 Kasım 2008 Pazartesi
Nefretverenler #2
50'nci yılını geride bırakan Türkcell Süper Lig’de eğer Fenerbahçe-Galatasaray maçını yönetebilecek bir hakemimiz yoksa artık bazı konuları biraz daha ciddi sorgulamak lazım. Dün görüldü ki bizim Merkez Hakem Komitemiz, yanlışlar, eksiklikler, hatalar ve kaos üzerine kurulu. Son beş yıldır tartışılmayan sezon yok diyoruz ya… İşte bu tartışmaları sonlandırabilecek bir yönetim de yok ortada. Sanılmasın ki ben Galatasaraylıyım ve Fenerbahçe’nin galibiyetine gölge düşürüyorum. Fenerbahçe müthiş oynadı. Ve galibiyeti sonuna kadar hakketti. Ama ortada da bir gerçek var. Fenerbahçe ne kadar iyi oynadıysa Hüseyin Göçek arkadaşımız da maçı o kadar şuursuzca katletti.
Tek tek pozisyonları yazarak sığ yorumlar yapmayacağım. Açık ve net. Dakika 14… Budur Hüseyin Göçek’in kontrolünü kaybettiği dakika. Bu dakikadan sonra Kırmızısı-Laciverti, aleyhte-lehte, doğru-yanlış ne karar verdi ne yorumda bulunduysa şuursuzcadır. Lincoln’ü atamaması, penaltıyı çalamaması bir yönetim standardı olmamasından ve karakter olarak sağlam duramamasındandır. Baskı altına girerek önündeki pozisyonları doğru-dürüst süzememesi verdiği kararların altında ezilmesindendir. Oyunun içinde olacağım diye iki takım oyuncularıyla ver-kaç mesafesinde durması bilgi ve deneyim açısından yetersizliğindendir.
Yukarıdaki paragrafta ağır eleştiri de var, kızgınlık da, belki haksızlık da… Ama gerçeklik var aynı paragrafta. Kızgınlık duyan bir taraftarın değil bir futbolseverin isyanı da var. Nasıl ki taraftarlar maçlarda hakemler konusunda ‘acabalar’ yaşıyorsa eminim ki MHK da yaşıyordur. Çünkü elde hakem yok.
Bundan sonraki işim UEFA’ya mail yazmak olacak. Bahsedeceğim çarpık hakem kurulumuzdan. Hakemlerimizin yetersizliğinden ve tecrübesizliğinden... Yetmeyecek maç vermemelerini isteyeceğim. Hatta ısrar edeceğim hatta ve hatta yalvaracağım. Bizi yıldırıyorlar, bari Avrupalı taraftara işkence çektirmesinler.
İşin şakası bir yana bu kadar hatanın, yanlışın ve kötünün olduğu yerde önce kötülerden başlamak daha cazip geldi bana. Arkadaşlarımız fosforlu renkler giyerek samimi gözüküyorlar gözükmesine ama dikkat etsinler bu kötü yönetimlerle ‘Siyah Giyen Adamlar’ olma konusunda da hızla ilerliyorlar.
7 Kasım 2008 Cuma
Futbol cümbüşü
08 Kasım Cumartesi
14:45 Arsenal - Manchester United – Spormax
20:00 Monaco - Olimpique Lyon Kanal A
16:30 Hamburg – Borussia Dortmund - Kanal 24
09 Kasım Pazar
18:00 Schalke 04 - Bayern Münih - Kanal 24
19:00 Fenerbahçe - Galatasaray - Lig TV
Süperdi...
Skibbe'nin Galatasaray'ı
Futbolcuların böylesine özverili oynaması şüphesiz galibiyetin kilit noktası. Ancak Skibbe’yi de alkışlamak gerektiğini düşünüyorum. Arda’nın galibiyet sonrası hocasının elini kaldırmasından ve tribünlere alkışlattırmasından sonra daha bir dikkatle takip ediyorum, sahayla kulübe ilişkisini. Takım hocasını seviyor. Ve hocasını kaybetmemek için de varını yoğunu koyuyor sahaya. Sonra, aradan zaman geçti Skibbe’de takımı tanıdı. Artık hangi maçta hangi oyuncusunun etkili olabileceğini görüyor. Adam kayırmıyor.
Sözü Skibbe’ye bağladım, çünkü bu konuda doluyum. Daha önce yorum yazdığım ‘forum’da çoğu kez Skibbe’ye haksızlık yapıldığını savunmuştum. Görmeliydiniz yorumları… Neyse olayı ‘ben demiştim’ noktasına getirmek istemiyorum. Amaç o değil. Amaç, ne kadar kolay insan harcadığımız. Ben Skibbe’nin Türkiye’de ve Avrupa’da başarılı olacağına inananlardanım. Zira kariyerinin tam da olgunlaşma evresinde. Ve Galatasaray gibi Avrupa’da tanınan, aynı zamanda saygı gören bir takımın başında.
Asla sıkı takipçisi olmadım ama ara ara bakmadan da edemiyorum. Özellikle de büyük takımların mağlubiyetleri ve sürpriz puan kayıpları sonraları okuyorum, Türkiye’nin spor gazetelerini. Spor dediysek futbol… Bu kez galibiyet sonrası okudum köşeleri. Aralarında Eusebio-Hakan ilişkisi kurup eleştireni de gördüm, sütun boyunca ne yazdığı anlaşılamayan adamları da, Lincoln ve Skibbe konusunda pişkince yorum yapanları da… Birkaçı hariç alayı skor yazarı. Skibbe’yi puan kaybı sonrası eleştirenler bu kez bir numara yapıyor.
Gazetelerde yer işgal eden kişilere de salladıktan sonra esas mevzuuyla yazıyı bağlayalım. Galatasaray bu galibiyetiyle bana göre liderliği kaptı. Lig usulü statüde 1’inci olmak çok önemli. Benfica maçı da hem bu uğurda hem de hafta sonu oynanacak derbideki moral açısından büyük bir önem taşıyordu. Galibiyetle sona erdi yol yarılandı. Sıra Kadıköy’deki sınavda.
4 Kasım 2008 Salı
Nefretverenler
- Futbolculara asla güler yüzlü davranmayın. Özellikle mimli futbolculara asla hoşgörüyle yaklaşmayın (Hoşgörü: Futbolcunun derdini dinlemek, yakın temas).
- Suratınızda her an itici tavrı koruyun. Futbolculara insan olduklarını hissettirmeyin.
- Sadece sahada ter döken takım taraftarlarını değil, hem futbolseverleri hem de televizyon izleyicisinin nefretini hak edin.
Hani surat ifadelerinde bir iğrençlik olur, ama maçı da hakkını vererek yönetir eyvallah deriz. Ancak o da yok. Yarısı gözünün önünde cereyan eden pozisyonları süzemiyor. Görenin gördüğünü çaldığı tartışılır. Son beş yıldır hakem tartışmasının yaşanmadığı sezon yok. En az bir beş yıl daha aynı güvensizlik ve eleştirilerle birlikte geçer gider.
1 Kasım 2008 Cumartesi
siftah yok!
kaldığım yerden...
14 Ekim 2008 Salı
Profesyonel düzeyde sağ bek
13 Ekim 2008 Pazartesi
Polis açtı, doktor attı Faroe puanı kaptı
2 resim arasındaki 7 fark #1
Ne oluyor orada
Süperdi...
Açılın ben Sabri'yim
11 Ekim 2008 Cumartesi
Arada bir Süper Lig
7 Ekim 2008 Salı
Burası Beşiktaş, burda atış serbest
Esas konuya dönecek olursak, bugün üzüntüyle seyrettik Ertuğrul’un basın toplantısını. Dağladı futbolseverlerin yüreğini. Kendisi de dedi ya “Benim gelişim de gidişim de olaylı oluyor” diye… Haklı adam. Scala zamanında da kampın sonunda habersizce Samsunspor’a verilmişti. En az bugünkü kadar fütursuz ve saygısızca koparılmıştı Beşiktaş’tan… Her sözünde ince bir ayar vardı. Daha da beter sallardı yönetime de bakma Beşiktaşlılığı’ndan sustu. İyi de yaptı. Takımı ne olursa olsun yüzüstü bırakmadı. İstifa ettiği dönem de oldukça manidardı. Sevmediği ve bunda sonuna kadar haklı olduğu sevimsiz yönetimine hoca bulması için on günlük bir süre tanıdı.
“Şimdi görüşmediklerini iddia ettikleri isimlerle görüşsünler” gibisinden de bir cümle kurdu. Aynen öyle şimdi takımın başında Ertuğrul varken, çekinmeden yaptıkları görüşmeleri daha rahat yapabilirler. Sanmıyorum ki bir B planları olsun. Onlar daha da büyük başarısızlıklar hak ediyorlar ama ya taraftar. Hakikaten yazık! Bir futbolsever olarak bir yönetimin bu denli acemice ve hayasızca davranarak kendi taraftarına saygısızlık etme hakkı yok diye düşünüyorum. Bence hoca değiştirmektense tez elden bir Olağanüstü Genel Kurul kararı alsınlar. Hem kendileri hem de Beşiktaş için en hayırlısı bu. Ve yazıyı Ertuğrul'un sözleriyle noktalayalım: "Adam gibi geldim, adam gibi gidiyorum." Yolun açık olsun Ertuğrul Sağlam...
Haydi hayırlısı...
Bu sene Galatasaray’ın senesi mi olacak ne? Bu kadar şans herkesin kaderinde yazmaz. Steau ve Bellinzona’yı kimlerin arasından çektiklerini biliyoruz. Şimdi de UEFA gruplarında çekilebilecek en iyi iki gruptan birine attı kapağı. Sonu benzemesin. Steau’da da elleri ovuşturmuştuk ama sonrasında geriye hüzün kalmıştı. Bir de şans sadece kurada değildi. Çektiği fikstür de on numara. Adnan Sezgin kendi hazırlasa herhalde fikstürü aynen böyle yazardı.
6 Ekim 2008 Pazartesi
5 Ekim 2008 Pazar
Ara pası Atkinson, pardon Aghahowa
Şimdi bir tarafta Fener, bir tarafta Galatasaray puanları havuza attı. Ekseriye hepsinin hocası tartışılıyor. Ertuğrul’un bileti kesildi mi yoksa devam mı belli değil. Skibbe kenarda ama huzursuz. Aragones’in olayı tamamen farklı. Sanırım sözleşme maddesinden dolayı bir iki ay daha uzatacak tatili.
4 Ekim 2008 Cumartesi
Beşiktaş tespih serisi
3 Ekim 2008 Cuma
Avrupa'da dün gece
Milan, Sevilla, Valencia, Benfica, Schalke 04, CSKA Moskova, Tottenham, Hamburg
2. torba
Stuttgart, Ajax, Olympiakos, Deportivo, Club Brugge, Sp.Moskova, Paris Saint Germain, Heerenveen
3. torba
Rosenborg, Udinese, Feyenoord, Sporting Braga, Slavya Prag, Manchester City, Galatasaray, Sampdoria
4. torba
Hertha Berlin, Partizan, Nancy, Portsmouth, Aston Villa, R.Santander, FC Kopenhag, Dinamo Zagreb
5. torba
Saint Etienne, Wolfsburg, Standart Liege, Twente, NEC Nijmegen, Metalist Kharkiv, Lech Poznan, MSK Zilina