Eski dokusunu koruyan mahalleleri bilirsiniz. Örneğin Samatya o eski yapısını kaybetmemiştir. Bendeniz neredeyse doğma büyüme Kocamustafapaşa’lıyım… Samatya ile hem coğrafi açıdan yakındır birbirine hem de kültürel açıdan…
Dün akşam vakti eksilerden bir olay aklıma geldi. Biz hatırladıkça kahkahalara boğuluruz. Bloga koymaya karar verdim sabah… Aynı anda mekanda olmayanlara bu gibi anıların anlatılması büyük risktir… Anlatılması sonucu alınan kötü reaksiyon dumur olmanıza neden olur. Neyse ki blogda böyle bir risk yok! Gülerek yazıyorum, ilginize sunuyorum;
Kocamustafapaşalıyız biz… Kurusebil sokakta geçti hayatımızın uzunca bir bölümü (Aşağıdaki haritada sokağın neresi olduğunu görebilirsiniz)… Hala da oradayız (Yeşil ile işaretlenen apartman)… Arabacı Beyazıt Mahallesidir bizim ora… Paşa’nın göbeği otobüs duraklarının hemen arka sokağıdır… Yıllara meydan okuyan oduncusu (Sarı ile işaretlenmiştir), elli kere el değiştirmesine, uzun süre kapalı kalmasına rağmen hiçbir zaman farklı bir sektöre döndürülemeyen köşedeki kahvesi (kırmızı ile işaretlenmiştir), en az oduncu kadar sokakta ikamet etmişliği bulunan Nuri Bakkalıyla (beyaz ile işaretlenmiştir) herkesin birbirini tanıdığı bir sokaktır orası. Ev sahiplerinin büyük çoğunluğu uzun yıllar önce yerleşmişlerdir bu sokağa. Onlar birbirleriyle arkadaşlık ede dursun siz de onların torunları veyahut çocuklarıyla geçirmişsinizdir ufaklık çağınızı…
İşte bu mahallede bir Rıfat abi vardı… Semtin eski kabadayılarından… Kabadayı işte, Ağır Roman’daki Sado misali. A’dan Z’ye herkesin saygı gösterdiği, çocukların ve delikanlıların idolü kabadayı Rıfat… Asıl adı George (Corç)… Ermeni kendisi… Ancak doğduğu bölgedeki Ermeniler’in isim politikasından dolayı kimlikte Rıfat yazıyor. Bilen bilir, Ermeni kardeşlerimizin bir kimlik ismi vardır bir de ailesinin kendisine seslendiği ve adı papaz tarafından vaftiz esnasında kulağına söylenen ismi… Bu abimizin isminin akıbeti de dönemin klişe politikasıyla birlikte aile içinde farklı sokakta ayrı dillendiriliyor.
Konuya dönelim; bu Rıfat abimizin Mikael (maykıl) isimli bir oğlu var. Biz 15’imizdeyken Maykıl 28’indeydi… Aramızda bir jenerasyon fark var kısacası. Babanın oğluna düşkünlüğü öyle böyle değil. Araba alıyor, dükkan açıyor, ev kuruyor… Madden ne kadar destek oluyorsa manen sınırı olmayan bir sevgi besliyor oğluna…
Kahvenin köşesinde otururdu mahallenin eski abileri (Kırmızı ile çarpı atılmış olan yer)... Uzuncaova da derler oturdukları kahve köşesinin sokağına… Velhasıl, Rıfat abinin Maykıl’a açtığı dükkanı görmektedir bu kahve köşesi… Hatta karşı karşıyadır diyebiliriz kahve ile (Mavi ile işaretli olan yer)… Ancak yolun sapa tarafındadır bu dükkan. Bezirgan odalarının gecekonduları vardır dükkanın sırtında. Sokağın o köşesi önem teşkil etmez. Kahvenini sağ köşesi ile karşı karşıyadır dükkan… Abiler ise daha çok sokağın iç kısmına bakan kahvenin sol köşesinde oturur, yolun sonundaki caddeye kadar keserler sokağı ne olup ne bitiyor diye…
Herhangi bir gün, bir müşteri kapıda Maykıl’ı beklemektedir. Maykıl ise seyyar satıcıların sırtında taşıyarak mahalle mahalle dolaştığı mantar panoya tüfekle ateş etmektedir. Rıfat abinin arkadaşlarından bir tanesi bu duruma şahitlik etmektedir. Ve Rıfat abiye Maykıl’ı şikayet eder; “Yahu Rıfat abi, senin oğlana bak Allah aşkına... Müşteri kapıda bekliyor seninki tüfek atıyor.” Rıfat abi de oğluna hayran hayran bakar bu şikayetin ardından… Ve olayı unutulmaz kılan bir karşılık verir:
“Oooo. Ata da çok iyi biner namuzsuz…”
Muadil bir olayda baba oğluna kızar, “müşteriye baksana oğlum” diye fırça çeker. Ancak Rıfat abi için konu Maykıl olunca o olaya başka bir tarafından bakıyor… Toprağı bol olsun. Seveni çoktu ve ne olursa olsun o varken, sazlar Kerami abilerin, Yakup’ların, Aydın’ların elindeyken sanki daha bir güzeldi mahalle…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder