29 Eylül 2008 Pazartesi

Ancelotti'den selam olsun

Bir tarafta mütevazı Ancelotti, bir tarafta kibirli Mourinho. Kıssadan hisse! Her zaman alçakgönüllü olun kazanırsınız.

Süper hafta sonu

Yazılara mücbir sebeplerden dolayı kısa bir ara vermiştim. Geri döndüm. Bunda hafta sonu oynanan Süper Lig maçlarının da etkisi yok değil. İlk haftalarda burun kıvrılan, Şampiyonlar Ligi’ne kalamadığı için dar ağacına gerilen Skibbe, takımına ligin en dominant futbolunu oynatıyor. Rakibi hücum gücüyle abandone eden Sarı-Kırmızılılar’ın yabancıları futbol severleri mest etmeye devam ediyor. Sezona fırtına gibi giren Beşiktaş ise Bülent Yıldırım’ın fırça darbeleriyle İstanbul’da Belediye ile hiç beklemediği bir puan kaybı yaşadı. İstanbul’un Anadolu yakasındaysa işler git gide karışıyor. Fenerbahçe, Avrupa Şampiyonu hocasıyla bir türlü istikrar yakalayamadı. Geçtiğimiz haftayı galibiyetle kapatan Fenerbahçe, Dinamo Kiev maçı öncesi yine akılları karıştırdı. Ligin yeni lideriyse 135 hafta sonra Trabzonspor. Avni Aker’de iki kez geriye düşmesine rağmen üç puanı 87’de kurtaran Trabzon, yeni sezonda şampiyonluk şarkılarını daha kuvvetli seslendiriyor.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Süperdi...

Bayern Munich maçından bahsedip seyircilere müthiş bir futbol resitali sunan Mesut’tan bahsetmemek olmaz. Maçı canlı seyrettim. Müthişti. Attığı gol, verdiği paslar harikaydı. Ancak sadece skora katkıda bulunduğu için yazmıyorum. Sahada takımın liderli gibi davranıyor. Takım arkadaşlarını yönlendiriyor, savunmaya yardım ediyor. Müthiş bir kazanma hırsı var. Almanya’nın ikinci sınıflığında takılı kalacağını sanmıyorum. Zira kariyeri konusunda da hedefleri olduğunu Schalke’ye rest çekmesinden hatırlıyoruz. İspanya, İtalya gibi sert liglerdense İngiltere onun için daha iyi bir seçim olabilir. Ancak bir ihtimal daha var. Almanya’da parlayan her yıldıza olduğu gibi Mesut’a da bir Bayern kancası takılabilir. İşte gerisi de Mesut’a kalmış.

Avrupa'dan...

Avrupa’da hafta sonu dikkati çeken iki karşılaşma vardı. Biri Almanya’da biri İngiltere’de. İlk maç Cumartesi günüydü. Allianz Arena’da Werder Bremen’i konuk eden Klinsmann’ın Bayern’i ummadığı bir skorla mağlup oldu. Bremen’den beş yiyen Bayern, daha fazlasını yer, gol bile atamazdı. Her şey Bremen’in maçı bırakmasıyla oldu. Basketbolda da futbolda da her zaman söylemişimdir; bir takımın hücumu kuvvetliyse her an her skora imzasını atabilir.

Haftanın diğer maçı da Stamford Bridge’teydi. Manchester için sezon adeta kabus gibi başladı. Son iki haftada galibiyet yüzü göremeyen Kırmızı Şeytanlar, Liverpool karşısında olduğu gibi yine öne geçti ama skoru koruyamadı. Chelsea’nin ikinci yarıdaki golüne engel olamadı. Sahadan mağlup da ayrılabilir di ama tecrübesiyle ikinci zorlu Londra deplasmanından tek puanı kurtardı. Chelsea kanadındaysa yüzler beraberliğe rağmen gülüyor. Scolari futbol anlayışı takıma oturmuş. Takım sahayı müthiş kullanıyor. İşler şimdilik ligde de Avrupa’da da tıkırında. Bakalım son düzlükte nasıl olacak?

Kasap havası

Turkcell Süper Lig’de ‘antifubol’ takımları kaybettikçe mutlu oluyorum. Mesut Bakkal nereye gitse kasap yaratıyor. Zaten futbol oynattığı yok. Zorbalıkla rakibin de oynamasına engel oluyor. Muhtemelen İlhan Cavcav’ın futbola bakışını yansıtıyor. Bu oyunu sadece futbolcu alıp-satmak olarak gören Cavcav’ın takımının teknik direktörü de bu kadar olur. Fazlasını beklememek lazım.

Tottenham yine ıskaladı

Takımın başında Sevilla ile iki UEFA Kupası bir Süper Kupa kazandıran İspanya futbol profesörü Juande Ramos. Kadroya sadece son yıl yapılan takviyenin karşılığı 70 milyon pound’un üzerinde. Mevcut oyuncu kadrosuyla bile Premier Lig’de çoğu takımın tozunu alır ama demek ki olmayınca olmuyor. Dün Wigan Athletic ile golsüz berabere kaldı. Ligde bugüne kadar oynadıkları beş maçta galibiyetleri yok. Dört atıp üç yediler. Hadi Premier Lig’in zorluk derecesi göz önüne alındığında böylesi sürprizler beklenebilir ancak Tottenham hafta içinde kendi evinde Wisla Krakov karşısında da galibiyeti son çeyrekte aldı. “Bu takım bir otursun ligin tozunu alır” klişe bir ifadedir. Tottenham da muhtemelen bu sözü haklı çıkaracaktır ama bugünlerde deniz biraz dalgalı. Bakalım bu fırtınayı ne derece bir hasarla atlatacaklar?

19 Eylül 2008 Cuma

Şen neymişsin be abi

Bu pazar Chelsea-Manchester United maçı var. Geçtiğimiz yıl ligi ve Şampiyonlar Ligi'ni Manchester'a bırakan Chelsea intikam peşinde. Kenarda değişikliğe giden Maviler'de Scolari ilk bombasını patlatmış ve Ronaldo'yu kadrosunda görmek istediğini söylemiş. “Biz onunla bir baba-oğul ilişkisi içerisindeyiz. Manchester’da 50 yıl oynayamayacağını biliyoruz ve bu da isteğimin bir hayal olmadığını gösteriyor” diyerek de devam etmiş. Her ne kadar Ferguson önüne gelen her mikrofona Ronaldo’nun satılmayacağını söylese de işin içine Scolari girdiyse durup düşünmek lazım. Bir not da General’e: Son yedi yılını Milli Takım çalıştırarak geçiren Scolari, anlaşılan İngiltere’ye ve kulüp menajerliğine çabuk uyum sağlamış.

Şimdi de Zico



Adını sanını duymadığımız Özbekler, transfer ve söylentilerle Avrupa futboluna farklı bir giriş yaptı. Eto’o, Rivaldo derken şimdi de Zico’yu getirmek istiyorlar. Rivaldo’nun takımı Bunyodkor geçtiğimiz günlerde Zico’ya teklifte bulunmuş. Zico da düşüneceğini söylemiş. Parayı verenin düdüğü çaldığı bir transfer piyasasında bu kadar petrol-gaz sponsoru olan bir takım parası neyse verir Brezilya'dan Zico’yu da otelden Rijkaard’ı da getirir…

Yaşasın sosyal sorumluluk

İngiltere Championship takımlarından Barnsley, bugünkü maçta taraftarlarına prezervatif dağıtacağını açıkladı. İletişim direktörü sağlıklı bir cinsel yaşam için prezervatifin kullanılmasını söylemiş ve eklemiş: “Bir kamu kuruluşu olarak bu bizim görevimiz.” İşte sosyal sorumluluk diye ben buna derim.

İlk yazı ve Tsartas

Bir blog açtığım gün ilk yazımı o adam için yazacaktım. Vassilios Tsartas. Birkaç maçını seyrettiğim Tsartas’ın haddinden fazla ‘cool’ hali ilgimi çekmişti. Derken blogun ilk adımlarını attığım günlerde bir arkadaş vasıtasıyla Yunan bir futbolseverle kontak kurup Vassilios hakkında bilgi istedim. Vassilios’un kariyeri zihnimde sessiz, sakin, kendi yolunda bir futbolcu canlandırdı. Para hırsı olmadan, sadece futbol oynayan, ülkesini, taraftarını, takımını seven bir futbolcu. Ancak durum hiç de öyle değilmiş. Önce kısaca Tsartas’tan bahsedeyim. Tsartas’ın AEK kariyeri, Yunanistan’ın amatör takımlarından Naousa’dan taraftar grubu Original 21 tarafından getirilmesiyle başlıyor. Yunan oyuncu, 90’lı yılların sonunda büyük başarılara imza atıyor ve Ethniki Categoria’da hem gol kralı hem de ligin en iyi oyuncusu seçiliyor. Duran toplarda da Yunanistan’ın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu olduğu rivayet edilen Vassilios, başarılı performanslarının ardından sonra rotayı batıya çevirip Sevilla ile anlaşıyor. Tsartas, dört sezon da burada geçiriyor ve istatistikler onun her iki maçta bir gol attığını söylüyor. Buraya kadar her şey normal. Bu kariyere bakınca insan doğal olarak daha üst kademe bir transfer bekliyor. Ancak o ülkesine dönmeyi tercih ediyor. Yaş 28. Neden eski takım diye merak ederken Yunan futbolcuların birçoğu eninde sonunda kendi ülkesine döndüğünü Yunan arkadaşımızdan öğreniyorum.

Son AEK kariyerinde imza attığı rakamlar da hayli etkileyici. 98 maç 43 gol. Tsartas aynı performansı tekrarlıyor tekrarlamasına ama yurtdışı onda bizim bildiğimiz tabirle bir Fatih Terim sendromuna yol açıyor. Sevilla macerası ve başarı, megaloman, kibirli, kendini takımdan üstün gören bir Tsartas yaratıyor. Zamanla takımdakilerin antipatisini kazanırken her şeyden habersiz taraftar onu gönlündeki tahta oturtuyor. Ancak her şey tozpembe gitmiyor tabiî ki. AEK iflasın eşiğine geliyor. Alacaklar ödenmediği takdirde AEK’nın UEFA Kupası’na alınmaması gündemde. Derken işin içine Demis Nikolaidis giriyor. Yunan futbolunun bir başka efsanesi. Alacakları ödüyor ancak yakın arkadaşının patron rolüne girmesi Tsartas’ın hoşuna gitmiyor. Sürekli Demis hakkında olumsuz yorumlar yapan Tsartas, sonunda taraftardan da bir tokat yiyor ve "istenmediğim yerde bir dakika durmam" diyerek Köln takımıyla anlaşıyor. Burada da bir yıl geçiriyor. Ve arkadaşımızın Yunan oyuncular hakkındaki yorumunu haklı çıkartarak Ethnikos Piraeus takımına geliyor. Bir yılda üç maça çıkarak kariyerinin son sezonuna imzasını atıyor. Blogun ilk yazısı için addettiğim Tsiartas hakkında daha güzel şeyler söylemeyi hesap ediyordum ancak kendisi sandığım gibi sessiz sakin bir adam değilmiş. Oysa ben onu milyon dolarlık kölelerle karşılaştırdıktan sonra ne kadar onurlu bir mücadelesi olduğundan dem vuracaktım.