27 Şubat 2009 Cuma

Galatasaray - Bordeaux: 4-3

Çoğu futbolsever için 90+’da gelen galibiyet golü, ilk yarıda atılmış ve üstüne yatılmış 1-0’dan her zaman için daha keyifli ve çekicidir. Yedi golün olduğu, temponun üst seviyede olduğu, gollerin kaçırıldığı ve galibiyetin son dakikalarda kazanıldığı bir maç Galatasaray taraftarı için rüya gibiydi. Aynı şekilde ilk maçına çıkan Bülent ve kararın sahibi başkan için de hoş bir başlangıçtı. Futbolcular mı? Emin değilim. Şüphesiz onlar da büyük haz duymuşlardır karşılaşmadan. Ama… Aynı takım değil miydi, Kocaeli’nden beş gol yiyen, Antalya maçında yürüyerek yenilen oyuncuların neredeyse tamamı sahada değil miydi dün? Önceki iki mağlubiyetin sadece sistemden kaynaklandığını söylemek hem Skibbe’ye karşı acımasızlıktır, hem de sahadaki dolaşan kırmızıların vurdumduymaz tavırlarını halı altına süpürmek.

Aynı oyunculardı, önceki yıl durduk yere heyecanını kaybedenler. Feldkamp ile soğuk savaş açan kadronun yarısından fazlası dün sahaydı. Feldkamp’ı sevdiğimden/sevmediğimden değil, sadece futbolcuların kısa sürelerde bu kadar ateşli, istekli hale nasıl geldiklerini merak ediyorum? Eğer hiç birine adrenalin iğnesi yapılmamışsa o zaman bir yerde bir sorun var demektir. Zira aynı adamlar bilumum iki yıl içerisinde yine aynı formayı terletecek ve yine bu süreç içerisinde git-gel yaşayarak hocasının ipini çekecek. Örneğin; Ümit Karan oyuna girdiğinde gol atmaktan çok, röveşata kovalayacak, Arda sol kanattan başka yerde oynamayacak, Sabri yine orta kesemeyecek, Lincoln formasının hakkını vermeyecek… Kabul ediyorum bir komplo teorisidir bunlar. Ancak tecrübeyle sabittir. Bence utanacak olan adam bu cümleden utanır: “Dün yenmiş olsaydık, bugün bu toplantıyı yapmıyor olacaktık…” Bu cümleleri bir yıl sonra bir Ankaraspor maçından sonra Bülent Korkmaz’ın söylemeyeceğini kimse garanti edemez. Bundan dolayı ilk planda hocayı suçlamak, takımla ilişiğini kesmek, futbolcular konusunda tek aksiyon almamak, yukarıda da dediğim gibi hocaya haksızlık olur.

Maça gelince; Bordeaux Gerets’in Galatasaray’ına benzeyen bir oyun yapısıyla oynuyor. Ve aynı Galatasaray’ın yaşadığı sorun gibi bu sistem çoğunlukla Avrupa’da işlemiyor. Galatasaray’a gelince; Bülent Hoca patron benim demek için durduk yere şapkadan tavşan çıkarmaya çalışmadı. Bu açıdan bence Kaptan’ın bu hareketi bundan sonraki maçlar için de umut verici. Yoksa Skibbe’nin ardından “Ben buradayım” mesajı vermek için uğraşmış olsaydı hem kendi kariyeri açısından boşa kürek çeker, hem de kredisini kısa zamanda tüketirdi.

Bu kadar söz söylemişken savunmaya da bir kurdele takmadan geçemeyiz. Skibbe devre arasında verdiği bir röportajında “Meira beş dil biliyor. Ancak savunmadaki ve ön liberodaki arkadaşları Meira ile dil sorunu yaşıyor. Bu açıdan Meira’nın uyum sorunun atlattığını söyleyemeyiz” şeklinde konuşmuştu. Eğer hakikaten Meira’nın sıkıntısı buysa (!) bu kadar sürede aşılamamış olması üzüntü verici. Bundan sonra düzeleceği de soru işaretidir. Meira’nın ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu herkes biliyor, ancak bildiğimiz bir gerçek daha var ki o da Meira’nın savunmada ciddi anlamda sırıttığı… Emre Aşık’a özel bir parantez açma gerekiyor. Benfica maçında onu maçın en iyisi seçmiştim. 36 yaşında ondan bir Ivan Cordoba çabukluğu, Nesta’nın oyun kurucu özelliğini beklemek saçma olur. Üçüncü goldeki koordinasyon hatasını saymazsak, havadan bildiğimiz gibiydi. Yerden ise alışmadığımız kadar doğru zamanlamalarla müdahalelerde bulundu. Ben Emre’den bu kadarını beklerim fazlasını değil…

Baros, Bordeaux savunmacılarıyla iki maçta da saçma bir sinir harbine yenik düştü. Kewell Ali Sami Yen’de Sarı-Kırmızılı formayla seyretmeye hasret kaldığımız (Baros’un Konyaspor maçında attığı da aynı kategoride) tipten bir gol attı. Sonra Barış her zamanki gibi iki olumlu hareketi üst üste yapamadı. Hakan Balta varlığının güzel olduğunu gösterdi. Mehmet Topal oynadığı süre içerisinde “Ben kaliteli futbolcuyum” diye bağırdı. Sevmeme rağmen De Sanctis sene başında verdiği güvenden ve mirastan biraz daha kaybetti. Bülent maçtan sonra gülümsemeyerek savunmadan duyduğu rahatsızlığı belli etti. Adnan Polat herkesten daha gergindi. Taraftar 3-1’den sonra ruh olarak tribünü boşaltmıştı. 3-3’ten sonra ruhların geri gelmesi de biraz geç oldu.

Rakip Hamburg. Alman takımıyla oynamak avantajdır, ne olursa olsun. Hele bir de danışmanınız Kalli ise (!) turun kağıt üzerinde favorisi olursunuz. “Sahada işler nasıl olur?” sorusunun cevabı maç günü yazısında ve önceki haftasında…

Hiç yorum yok: