Kışın sert koşulları bizi de etkiledi. Bir kaç gün uzak kaldık bilgisayardan, futboldan, blogdan... Ancak geride kaldı. Herkesin yeni yılını kutlarım. "Hayatımın en güzel günlerini 2009 yılında yaşadım" demeniz dileğiyle...
Bugün özetleri seyrederken tekrar aklıma geldi. Delgado’nun kırmızı kartında herkes hakemin acımasız davrandığını ve yanlış anlaşılma olduğunu söylüyor. “Ben bir kez faul yaptım, ilk pozisyonda sarı kart çıkardın” dediğinde çoğu futbolsever hemfikir. Şimdi jestlerinle bunları söyleyip, tavırlarınla derbi ortamında hakemin üzerine gidiyorsan ne demek istiyorsun? Veya ne için itiraz ediyorsun zaten? Sarı kart… Yetmediği gibi hareketi yaparken ki düşüncen ne olursa olsun şu meşhur işareti yapıyorsan kurtuluşun yok Delgado… Kırmızıyı da azarı da yedin.
Yanılmıyorsam çoğu futbolsever geçen yıl büyük bir sürprize imza atarak ligi gol averajıyla 4’üncü sırada bitiren Sivasspor’un bu yıl bocalayabileceğini düşünüyordu. Ben böyle düşünüyordum. Ancak onlar bu yıl da yukarıda kalmayı başardılar. Önceki yıl düşüş bekleyenlerin çoğu şu andaysa bir sorunun cevabını arıyor: Sivasspor bunu nasıl başarıyor?
TFF'nin bünyesinde çalışan Futbol Geliştirme Merkezi (FGM) Herkes için Futbol (HİF) adı altında kapsamlı bir proje yürütüyor. Akademi Lig'leri gibi genç çocukları yarı-profesyonel bir yapıda futbol oynatarak, aynı zamanda tüm yaş gruplarını tek tek takım haline getiren projenin daha sayılması zor oldukça fazla kolu var. Bu kollardan bir tanesi de HİF projesi maçlarını yönetecek olan hakemler için oluşturulacak olan havuz. Halktan herkesi hakem olmak için davet eden TFF aynı zamanda geleceğin profesyonel hakemlerine de ilk adım olarak HİF hakemliğini gösteriyor.
Her yerde savunuyorum bu adamı. Sağda solda hakkında yapılan analizleri ve çıkarılan olumlu sonuçları görünce seviniyorum. Bir sempati duyduğum açık. Ayrıca Beşiktaş’tan sonra hazır devre olmuşken, yüzeysel bir Skibbe-Galatasaray değerlendirmesi yakışır diye düşündüm.
Hep tartışılan bir olaydır. Disiplin-taviz. Takıma ikisini de ayarında uygulayan adamlar çok azdır ve bizim ülkemize nadir yolları düşer. Ben Skibbe'nin çağdaş bir futbol adamı olduğu düşüncesindeyim. Oyunculara karşı belli bir yaklaşımı var. Futbol yapısı olarak takımını belli bir mantık doğrultusunda oluşturuyor. Aslında sadece bu maçın değil, son haftaların süperi O... Lincoln'ü havaya sokan, Galatasaray'ı seyredilmesi zevkli bir takım haline getiren (Geçen yılı hatırlayacak olursak) bu adama bence zaman zaman haksızlık ediyorlar. Derbide kürsü senin Skibbe...
Beşiktaş’ın başına ne geliyorsa savunması yüzünden geliyor. Gökhan Zan - İbrahim Toraman maalesef Beşiktaş’ın yönetimini ve teknik kadrosunu yanıltıyor. FM’de de vardır ya böyle adamlar. Baktığınızda technical özellikleri anormaldir fakat en önemli olan mental özellikleri zayıftır. İşte bu ikili (kişisel bir görüştür) mental olarak zayıflar ve takımlarına yarardan çok zarar veriyorlar. Aynı şekilde bunlara bir de İbrahim Üzülmez eklenince, Sivok-Zapo ikilisinin yaptıkları da çöpe gidiyor. 
Derbi sonrası gazetelerin başvuracağı haberlerden bir tanesi de Mustafa Denizli – Ertuğrul Sağlam karşılaştırması olacaktır. Adamlar da haklı malzeme bol. Biz de girelim ucundan: Sağlam-Denizli karşılaştırması…
Daha önce fazla da izlemediğimden dolayı dikkatimi çekmemişti. Geçenlerde İyi Orta Gol Olur’da okudum. Bu açıdan biraz da çakma haber oldu ama yazmadan da duramıyoruz. Eğer bir maç sonrası yorum dinleyeceksek adres NTV. Yine geçtik ekran başına açtık ‘%100 Futbol’u. Hakan Ünsal – Sergen Yalçın Ali Sami Yen’de, Rıdvan Dilmen – Güntekin Onay stüdyoda derbiyi yorumluyor. Daha dakika bir Skibbe’den giriyor Hakan. Arda’yı sol tarafa hapsettiğinden başlıyor, hakemle, Mustafa Denizli ile bitiriyor. Hiç demiyor ki Galatasaray maç boyunca bulduğu gol pozisyonu sayısından, oynadığı pozitif futboldan bahsetmiyor. NTV’nin ‘%100 Futbol’unun Rıdvan-Güntekin ikilisiyle daha güzel olduğunuysa Sergen’in konuşmasıyla anlıyoruz. Agression 20 olmuş. Surat kıpkırmızı. Lafa başlıyor, bağırıyor-çağırıyor. Takmış yabancı oyuncuların kırmızı kart görmesine. Rıdvan “Ama Delgado’nun atılması haksız bir karardı demiştin ki ben de katılıyorum. O zaman bu yorumdan Delgado’yu çıkarmak lazım” diyerek aslında bir abi yardımı çekti ama hak getire. Sergen olayı kafada kurmuş. Aşağı-yukarı 50 dakika yayında kaldılar. Hakan’ın Galatasaray ve özellikle Skibbe hakkında olumlu yorum yaptığını duymadım. Duymadığım bir konu daha vardı: o da Sergen’in Mustafa Denizli hakkında bir tek olumsuz eleştiri yapmaması… Yukarıda da dediğim gibi Rıdvan-Güntekin devam etsin. Biz Rıdvan’ın Semih’i oynatmayınca Aragones’e sallamasına razıyız.


Aynı konu üç farklı haber. Kura çekiminin yansımaları devam ediyor blogda… Hazır motiveyken araları soğutmayalım dedim. Karşınızda Bordeaux…
Grup kuraları çekildiğinde büyük çoğunluk (ben dâhil) fikstürü de işin içine katarak Galatasaray’ın şanslı olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle beklenen oldu diyorum. Şimdi sıra knock-out maçlarında. Bazı hocalar vardır ya; lig malum uzun maraton sonunu getiremez ama Şampiyonlar Ligi, UEFA Kupası gibi knock-out maçlarında şov yapar. Benim bu konuda favorim Rafa Benitez’dir. Ligde Rijkaard’ı koy Şampiyonlar Ligi’nde Rafa’yı… Bu arada Şampiyonlar Ligi demişken, kura çekiminde ilk onlar sahne alacak. Ardından UEFA Kupası kuraları çekilecek. Türk futbolseverinin gönlü Aalborg- Bordeaux-Marsilya üçlüsünde. Ancak bu üçlü dışından kim çıkarsa da çıksın bence maç ortada olur. Bu sene kura işlerinde hep şansı yanındaydı Galatasaray’ın. Kura saatini bekliyoruz. İşte takımlar:
Sağ olsun Fanatik’tekilerin şu manşeti olmasa yeniden sahalara dönüş yapamayacaktık herhalde… Sağ-ön-yan-çapraz bağlarımda zedelenme olduğundan dolayı (şu sakatlık bölgesine hastayım, çapraz bağlar) 10 gün sahalardan uzak kaldım. Ancak salonda çalıştım, kopmadım futboldan yani… Ancak gelin görün ki kriz ortamında herkes gibi biz de fazla mesai ile puan toplamaya çalışıyoruz. Artık daha bir sık duyar olduk işten çıkarma haberlerini. Eşin dostun kulağına bizim de haberimiz gitmesin diye uğraşıyoruz. Şaka bir tarafa bayram öncesi evin yolunu unuttuk işler yüzünden. Haliyle bayram da yorgunluğun atıldığı, bilgisayardan uzak bir ihtiyaç molasına dönüştü. Biraz kişiselleşti haberin girişi uzatmadan konuya girelim. Önceki gün muhtemelen Fanatik’teki acar arkadaşlarımızdan bir tanesine “Oğlum sürmanşette Uche transferini kullanıyoruz. Şöyle kıyak bir Uche fotoğrafı bul” dediler. O da fazla uğraşmadan Google’a danışmış. Zira ‘Uche Getafe’ görsel aramasının daha ilk sayfasında, manşetteki fotoğrafa rastlıyoruz. Hadi o gözünden kaçırmış. Ancak hata editöründen yayın sorumlusuna kimsenin dikkatini çekmemiş. Bir seçenek daha var ki o en vahimi… Uche ile Martins arasındaki farkı sezememiş olmaları. Bu seçeneğin gerçek olduğuna ihtimal vermiyorum, zira Fanatik gibi 14 yılı deviren bir gazete çalışanı böyle hata yapmaz. Konu bundan ibaret. Bu arada bloga haber girme konusunda da yeni bir dönem olarak adlandırıyorum bugünü. Gerçi Ronaldo’dan beter oldu şu bizim sahalara dönüş hikayesi ama bu kez daha daha bir sağlam asıldım kramponun bağcıklarına. Kopana kadar da mücadeleden kaçmak yok.
İbrahim Üzülmez, futbolcu olmayı başarmış. Ona bir lütuftur bu. Zira futbolcu olamasaydı başka bir iş bulamazdı kendine. Buna kim bu gazı veriyor, kim sensin paşam diyor bilemedim. Külhanbeyi gibi… Kim gelse karşısına, tokat, tekme ayar veriyor. Maç bitmiş, üç kuruşluk top oynamamışsın, kaybetmişsin. Kimsin ki gidip Ankarasporlu oyuncuya tokat atıyorsun? Şu adamı Beşiktaş kulübüne yakıştırıp kaptanlık verenlere, bırakın kaptanlığı forma verenlere yazık. Gol sonrası sevinci abarttı diye gönderilen Pascal Nouma, İbrahim Üzülmez’den iki gömlek iyidir rakip takım taraftar gözünde.
Cumartesi U14 ve U15 kategorisinde oynanan Beşiktaş-Galatasaray maçlarını izledim. Fulya’da Şan Öktem Tesisleri’nde oynandı iki maç da. Ancak Fulya’da Şan Öktem Tesisleri diye bir şey kalmamış. Maçı Yemen Ekşioğlu, Mehmet Ekşi, Fenerbahçeli Müjdat gibi eski futbolcu kadrosuyla izledik. Yemen Ekşioğlu hayli dertli: “Şarapçıya, eroinmanlara verdiler tesisleri” diyor Şan Öktem binası için. “Çocukları burada gecekondulara koydular” diye de ekliyor.
En son Aragones’e Rıdvan Dilmen ayarını Selçuk Yula üslubuyla vermişim. Yüreğin yetiyorsa Alex’i kes çift forveti koy diye. Hakikaten de Porto gibi takıma orta sahada fizik gücü zayıf oyuncularla çıktı Fenerbahçe… Mecbur kaldı daha doğrusu. Artık kendimizi tekrar ediyoruz ama Fenerbahçe yönetiminin camiasını bu kadroyla Şampiyonlar Ligi’nde yarıştırmaya hakkı yok (bence)! Hem de transferde iki oyuncuya 20 milyon euro harcamışken. Takımda oynayacak üçüncü defans oyuncusu yok. Semih cezalı alternatif forvet oyuncusu yok. Rakip yarı sahayı geçtiği anda topa baskı yapacak doğru düzgün bir ön liberosu yok Fenerbahçe’nin…
Daha önce konuyla ilgili iki yazı yazdım. Ancak ligde öyle maçlar çıkıyor ki sanırım bu seri daha çok uzayacak. Dünkü Galatasaray maçının hakemi Bülent Yıldırım. Şimdi hakemlerin işi hakikaten de zor olabilir. Egosu tavan yapmış hocalar, kendisini mahallenin kabadayısı sanan futbolcularla 90 dakika uğraşmak, aynı anda da maçı yönetmek şüphesiz kolay bir iş değil. Tribünlerden gelen tezahüratlar da cabası tabi. Ancak dün daha dakika 2. Bir hakemin bu dakikada oyundan kopması beklenebilir mi? Konuyu açmak istiyorum.
Büyük kalemler ve derin bilgiye sahip futbolseverler yaparken ben bu halimle neyime gerek diyerekten pek analiz işine bulaşmıyorum. Çünkü hem bilgi anlamında derinlik sıkıntısı yaşıyorum hem de yazanların kişisel yetileri karşısında oldukça alt klasmanım. Ancak işte akacak kan damarda durmuyor. Fenerbahçe’de Alex’in dönüşünü ve Aragones’in İspanya’daki oyun şablonunu düşündükçe bir şeyler karalamak istiyorum.
Milli Takım’ı bıraktığını duyunca ikinci profilin kahramanı Savo Milosevic oldu. Formasının yakasını kaldırdığı ve takımının harika geri dönüşünü hazırladığı Euro 2000’deki Slovenya maçından hatırlıyorum. Hakikaten de maçı hatırlamışken iki cümle de karalamak lazım. Ne maçtı ama! Hakkını yemeyelim kıvırcık küt saçlı Zahovic’te kariyerinin etkileyici maçlarından bir tanesine imza atmış, Yugoslavya’dan ayrılan Slovenya maçta 3-0’ı yakalamıştı. Derken maçın son çeyreğinde Mihajlovic kırmızı kart görmüş, Yugoları kalan dakikalarda yalnız bırakmıştı. Ancak sahneye Savo çıktı. İki golü ağlara gönderen Savo’ya Jardel’in Porto'dan kankası Drulovic eşlik etti ve Yugoslavya altı dakikada üç golle maçı 3-3’e getirdi. Ve bu maç Avrupa Şampiyonası’nın unutulmaz maçları arasına girdi. Aynı turnuvanın iki gol kralından bir tanesi de (Kluivert) Savo Milosevic’ti…
Hakikaten aklım ermiyor. Tamam, bazen haddinden fazla tembel olabiliyorum ama yine de Aceto’ları, FlyingDutchman’leri, Borges’leri, İyiortagololur’ları ve daha sayamayacağım bayağı bir blogu her sabah yeni girilmiş haberleriyle görünce kendimden utanıyorum. Ben değilmiydim, bu işe başlarken sabah akşam yazı gireceğim diyen. Ne oldu? Ben söyleyeyim yalan oldu. Ama durun... Efsane küllerinden doğar... Bugün milattır. Biz takip eden yok diye üzülürken Di Stefano yorum yapmış, eksik olmasın. Bundan sonra daha sık gireceğim haberleri. Efsaneler kendi küllerinden doğarmış. Teşekkürler Di Stefano, bu blogu tekrar hayata kazandırdığın için…
Bir hafta önce nefretverenler başlığı altında sinir harbi içerisindeki bir futbolseverin düşüncelerini yazmıştım. İçinde saçmalık var, düzeysizlik var, ama doğrular da var. Bugün ise Türkiye’nin değil Avrupa’nın önde gelen rekabetinin ardından nefretveren bir hakem yönetimine isyan eden bir futbolsever olarak düşüncelerimi yazıyorum.
Bu hafta sonu Avrupa’da fazla mesai var. Tatil günlerini evde geçirecek olanlar yaşadı. Futbolu sevenler için bayram var iki gün. 08 Kasım Cumartesi
14:45 Arsenal - Manchester United – Spormax
20:00 Monaco - Olimpique Lyon Kanal A
16:30 Hamburg – Borussia Dortmund - Kanal 24
09 Kasım Pazar
18:00 Schalke 04 - Bayern Münih - Kanal 24
19:00 Fenerbahçe - Galatasaray - Lig TV
Bu maçın ‘süperdi’ dedirteni Emre Aşık’tı. Yaş gelmiş 36’ya. Zaten ağırdı biraz daha ağırlaşmış ama halen bildiğimiz gibi. Havada Türk oyuncular arasında üstüne tanımam. Yer tutma konusunda da iyidir. Ve işte dün olduğu gibi arada çıkar golü atar düğümü çözer. Bu arada gol atmasaydı kürsüyü Karan’a ayırmıştım. Dün o da umursamaz görüntüsünden uzaktı nihayet…
Galatasaray sezonun başından bu yana kötü maçlar çıkarmış olsa da aynı mantıkla oynuyor. Üç farklı sistemi tek mental yapıyla uyguluyor. Ve gün geçtikçe futbolunu geliştiriyor, güzelleştiriyor. Dün… Benfica deplasmanından çıkmak hakikaten de kolay değil. Aslansınız, yaparsınız diyen şak-şakçıları saymazsak çoğu kişi sezon başından bu yana evinde bileği bükülmeyen Benfica’nın Galatasaray’ı yeneceğini düşünüyordu. Hakikaten de Galatasaray’ın mağlubiyeti pek sürpriz sayılmaz, beraberliğiyse normal sonuç olarak görülebilirdi. Ancak Galatasaray sezonun başından bu yana en komple futbolunu oynadı. Geride az pozisyon verdi, ileride pozisyon yakaladı ve en önemlisi topa sahip oldu. rakibi oynatmadı, pres yaptı. Çok top çaldı. Ve galibiyeti hak eden bir futbol koydu ortaya. Futbolcuların böylesine özverili oynaması şüphesiz galibiyetin kilit noktası. Ancak Skibbe’yi de alkışlamak gerektiğini düşünüyorum. Arda’nın galibiyet sonrası hocasının elini kaldırmasından ve tribünlere alkışlattırmasından sonra daha bir dikkatle takip ediyorum, sahayla kulübe ilişkisini. Takım hocasını seviyor. Ve hocasını kaybetmemek için de varını yoğunu koyuyor sahaya. Sonra, aradan zaman geçti Skibbe’de takımı tanıdı. Artık hangi maçta hangi oyuncusunun etkili olabileceğini görüyor. Adam kayırmıyor.
Sözü Skibbe’ye bağladım, çünkü bu konuda doluyum. Daha önce yorum yazdığım ‘forum’da çoğu kez Skibbe’ye haksızlık yapıldığını savunmuştum. Görmeliydiniz yorumları… Neyse olayı ‘ben demiştim’ noktasına getirmek istemiyorum. Amaç o değil. Amaç, ne kadar kolay insan harcadığımız. Ben Skibbe’nin Türkiye’de ve Avrupa’da başarılı olacağına inananlardanım. Zira kariyerinin tam da olgunlaşma evresinde. Ve Galatasaray gibi Avrupa’da tanınan, aynı zamanda saygı gören bir takımın başında.
Asla sıkı takipçisi olmadım ama ara ara bakmadan da edemiyorum. Özellikle de büyük takımların mağlubiyetleri ve sürpriz puan kayıpları sonraları okuyorum, Türkiye’nin spor gazetelerini. Spor dediysek futbol… Bu kez galibiyet sonrası okudum köşeleri. Aralarında Eusebio-Hakan ilişkisi kurup eleştireni de gördüm, sütun boyunca ne yazdığı anlaşılamayan adamları da, Lincoln ve Skibbe konusunda pişkince yorum yapanları da… Birkaçı hariç alayı skor yazarı. Skibbe’yi puan kaybı sonrası eleştirenler bu kez bir numara yapıyor.
Gazetelerde yer işgal eden kişilere de salladıktan sonra esas mevzuuyla yazıyı bağlayalım. Galatasaray bu galibiyetiyle bana göre liderliği kaptı. Lig usulü statüde 1’inci olmak çok önemli. Benfica maçı da hem bu uğurda hem de hafta sonu oynanacak derbideki moral açısından büyük bir önem taşıyordu. Galibiyetle sona erdi yol yarılandı. Sıra Kadıköy’deki sınavda.
Avrupa futbolunu seyredip, Türkiye’ye dönünce hakemlerimize olan nefretim iki kat artıyor. Merkez Hakem Kurulu bildirgesinde, bu hakemleri bu şekle sokacak kadar neler yazıyor merak ediyorum. Ben birkaç tane çıkardım: - Futbolculara asla güler yüzlü davranmayın. Özellikle mimli futbolculara asla hoşgörüyle yaklaşmayın (Hoşgörü: Futbolcunun derdini dinlemek, yakın temas).
- Suratınızda her an itici tavrı koruyun. Futbolculara insan olduklarını hissettirmeyin.
- Sadece sahada ter döken takım taraftarlarını değil, hem futbolseverleri hem de televizyon izleyicisinin nefretini hak edin.
Hani surat ifadelerinde bir iğrençlik olur, ama maçı da hakkını vererek yönetir eyvallah deriz. Ancak o da yok. Yarısı gözünün önünde cereyan eden pozisyonları süzemiyor. Görenin gördüğünü çaldığı tartışılır. Son beş yıldır hakem tartışmasının yaşanmadığı sezon yok. En az bir beş yıl daha aynı güvensizlik ve eleştirilerle birlikte geçer gider.
Halı sahada oynayan herkesin başına gelmiştir. Geride oynuyorsunuzdur, nadiren ileri çıkıyorsunuzdur, bu çıkışlarınızdan bir tanesinde bomboş vaziyetteyken takımın esas oğlanı, Hasan Şaş’ın halı saha versiyonu size bomboşken pas atmak yerine çalımı deniyordur ve topu kaybediyordur. Savunmada yerinizi kaybetmişsinizdir, rakip hızlı çıkmaktadır ve hem taktiksel hem de görevsel açıdan geriye koşmanız gerekmektedir. Ancak esas oğlana tepki amacıyla elinizi şöyle bir savurur, “hep ben mi koşacağım arkadaş” diyerek pozisyonu ağır ağır adımlarla geriye dönerken takip etmişsinizdir. Büyük bir kızgınlıkla… Bugüne kadar halı sahalarda sıkça görülen bu sahneye profesyonel düzeyde rastlamamıştım. Ümit Milli’lerin Belarus deplasmanında maçın 80’li dakikalarına henüz girilmişti. Durum 2-0 mağlup, ilk maçı 1-0 kazanmışız. Tek gol şampiyonaya katılmak demek. Sözü uzatmadan, Aydın Yılmaz topla kaleye paralel bir driplinge başlıyor. İlk oyuncuyu geçiyor. Derken sağda Orhan Şam, inle cinle takılıyor. Bomboş pozisyonda düzgün ortayı açsa tehlike büyük. Ancak Aydın bir çalıma daha girişiyor. Topu kaptırıyor, gerisi yukarıdaki yaşanmışlığın bir kopyası. Orhan da elini sallayarak geriye koşmuyor, kendi kendine pozisyonun öfkesini yaşıyor. Profesyonel bir futbolcunun buna hakkı var mı? Henüz önünde 15 dakika kadar bir vakit varken bu neyin umursamazlığıdır. Aydın’ın pas atmayarak, çalıma girmesini eleştirmek yazının konusu değil. Onun egoizmi daha farklı bir tartışma konusu. Ancak ben Milli Takımlar düzeyine erişmiş bir oyuncunun nasıl böyle bir tavır takındığını merak ediyorum. Ve bir daha ki Hacettepe ya da Orhan Şamlı bir Ümit Milli maçını seyretmek istiyorum. Erken hükmetmemek adına yazının devamını o maçın ardından getireceğim. Ayrıca maç hakkında hiç konuşmuyorum. İlk maçta o kadar gol kaçar, fırsatlar lakaytça harcanırsa böylesine skorlarda da dövünmenin anlamı yok.
Dünya Kupası elemelerinde gecenin sürprizi bence Faroe Adaları’dır. Nüfusu toplasan Beşiktaş kadar. İşte o kadar adam arasından kasabıydı, polisiydi, doktoruydu bir Milli takımı var. Diğer taraftaysa Avusturya. Faroe kendi evinde aldı bir puanını. Diğerlerine göz atacak olursak, bir ekol olan ancak bu aralar yokuş aşağı sürüklenen Çekler’in Polonya’ya yenilmesi sürpriz değildi. Keza Almanya, İspanya, İngiltere, Danimarka, Hollanda gibi grup favorileri kayıpsız kapattı geceyi. Bunun yanında İsviçre bu sefer de Letonya’ya takılıyordu. 10 kişi kalan rakibi zorla devirdi. Euro 2008’in dikkat çekenleri Hırvatistan ve Portekiz 3’üncülüğe, Fransa ve Rusya 4’üncülüğe düşerken Romanya 5’incilikte… Bir de Yunanistan gerçeği var. Euro 2008’de yerleri süpürdü, elemelerde üçte üç yaptı liderliği kaptı. Unutmadan 8 attı gol yemedi. Sanırım Afrika’da yine yavan, tatsız tuzsuz bir Yunanistan izlemek durumunda kalacağız.

Blogda 'süperdi' bölümünün ardından süregelecek bir başka dizi de 2 resim arasındaki 7 fark. Bu klasik bulmaca kategorisi altında iki farklı pozisyonda yeri gelecek hata yapan ile hata yapmayanı bulacaksınız yeri geldiğinde halef ile selefini. Elden geldiği kadar birbirini çağrıştıran veya birbirine zıt olayları bu bölümde resimleyeceğiz. İlk kare Bosna Hersek maçından Volkan ve Hasagiç.
Bundan böyle blogda yer alan her maç analizinin veya her haftanın bir tane ‘süperi’ olacak. Oynadığı futbolla veya yaptığı takdir görecek bir davranışla dikkatleri cezbeden arkadaşımızı biz de buradan alkışlayacağız. Milli maçın süperi malum, Sabri. İki golü de hazırladığı gibi, savunmada da inanılmaz kademeler yaptı. Bütün maç ileri-geri çalıştı. Kazım, önünde figüran kaldı. Her ne kadar hakem ve rakiple olan münakaşalarından dolayı pek sevilmese de süratiyle, çabukluğuyla iyi kanattır Sabri. Normal bir Sabri performansı değildi Cumartesi günkü Bosna maçı. Hap mı attı, şırınga mı aldı ne yaptı, yerinde duramıyordu.
Son girdiğimiz postun zamanından belli. Milli maç havası henüz bedende dolaşmaya başlamamış. Herkes farklı bir alemde. Futbolun gündemi birbirine girmiş. Denizli’siydi, Skibbe’siydi, Aragones’iydi, Milli maçın geldiğini idrak edemedik. Hoş bu kez arada Terim de ayar vermedi ama yine de Belçika maçından sonra hayli önemli bir karşılaşmaydı Türkiye için… Birileri kulaklara fısıldamış olacak ki fiyatlar düşmüş taraftar tribündeki yerini almış. Biraz Bosna’yı fazla büyüttük hissi vardı. En önemlisi de fizik güçleri bizim takımdan bile kötüydü. Sonuçta Euro 2008 karakteriyle geriden gelip galibiyeti kazandık. Galibiyette şans da yanımızdaydı. Hem onlar beceriksizdi hem de Sabri harika bir performans sergiledi. Oysa ki bu sene bir türlü bu çizgiyi yakalayamamıştı. Dikkatimi çekti bir de Beşiktaş’tan alıştığımız kulüp- Milli Takım performansları Galatasaray’da da görülüyor. Servet, savunmadan oldukça nadir çıktı ve genelde top kullanmaktan kaçındı. Sabri gecenin kahramanı oldu, ligde çizginin altında. Hakan bayağı bayağı bindirme yapıyor soldan. Ayhan desen eveleyip gevelemeden dikine oynuyor. Bunları görünce de şaşıyor insan. Herhalde Terim iyi ara gazı veriyor. Neyse, önümüzde Estonya maçı var. Kendileri biz Bosna maçını oynarken İspanya ile oynadı ve üç fark yedi. Onlar için bir tamam-devam maçı bizim maç. Stres altında olacakları kesin. Kadro olarak onlardan üstün olduğumuz da. İspanya’nın olduğu bir grupta yapılacak en saçma kaybı yaşadıktan sonra orta sırada puan kaybı yaşamamak lazım.
Hafızam bana aynı anda üç büyük takımın teknik direktörlerinden memnun olmadığı bir dönemi anımsatmıyor. Sağlam gitti, Skibbe’ye mesaj çekiliyor, Aragones için de sözleşmedeki ağır tazminat maddesinin sonlanacağı tarih bekleniyor. Ve bu şartlar altında takımlardan ikisi hem Avrupa’da hem de Türkiye’de başarı ararken öteki sadece Türkiye’de şampiyonluk hesabı yapıyor. Hedef belli üç takım da ‘Dere geçerken, at değiştirilmez’ söyleminin tersini kanıtlama peşinde. Zira ne Galatasaray ne de Fenerbahçe hocasından memnun… İkisi de çaktırmadan alternatif arıyor. Diğer taraftaysa Ersun Yanal geleneği Trabzonspor ile can buluyor ve Bordo-Mavililer, ligi ilk haftalarda domine ediyor. Bursaspor ise büyüklerden rol çalıyor. Hani klasik muhabbetler vardır ya bu sene kim şampiyon olur diye, aslında sonucu bellidir, kadrolar ve oyun yapıları şampiyonu söylemese de ilk ikiyi fısıldar. Bu sene mi? Ben daha emin olamadım. Fenerbahçe deplasmanda neler yapacak, Galatasaray karşısına çıkan her dişli takıma karşı kayıp yaşayacak mı? Beşiktaş hoca değişikliğinden nasıl etkilenecek? Trabzonspor 10. haftadan sonra kaybolur mu? Kayseri, Sivas, Bursa ‘Anadolu’dan şampiyon çıkamaz’ sözünün altında ezilecek mi hiçbir şey belli değil… Bir tek aşağısı bu sene kimseye acı çektirmeyecek gibi. Gidecekler ufaktan eşyaları topluyor ne kendi taraftarının ne de futbolseverin son haftalarda hesap yapmasına mahal vermeden fişlerini kendi çekiyor. Diğer yandan üzgünüm, Gençlerbirliği bu ligde yine kalacak belli. Sonra İsmail Güldüren, tekmeye devam edecek. Birileri Raşit Çetiner’i görevden alacak. Beşiktaş her zaman olduğu gibi tüm küstahlığıyla adam harcayacak. Galatasaray’da gelen her hocanın başında Demokles’in kılıcı var işi kolay değil. Fenerbahçe’de ise durumu Flying Dutchman çok iyi tahlil etmiş. Yani bu yıl biraz karmaşa biraz da sürpriz ile geçecek belli. Bu arada yazı uzun ve karışık oldu ama ligin hali de bundan farklı değil.
Tespih serisi dedik, yönetim de yüzümüzü kara çıkarmadı sağolsun. Amatörlüğün zirvesinde adımlar atarak ön görümü destekledi. Şimdi piyasaya sürmenin tam zamanı. Esas konuya dönecek olursak, bugün üzüntüyle seyrettik Ertuğrul’un basın toplantısını. Dağladı futbolseverlerin yüreğini. Kendisi de dedi ya “Benim gelişim de gidişim de olaylı oluyor” diye… Haklı adam. Scala zamanında da kampın sonunda habersizce Samsunspor’a verilmişti. En az bugünkü kadar fütursuz ve saygısızca koparılmıştı Beşiktaş’tan… Her sözünde ince bir ayar vardı. Daha da beter sallardı yönetime de bakma Beşiktaşlılığı’ndan sustu. İyi de yaptı. Takımı ne olursa olsun yüzüstü bırakmadı. İstifa ettiği dönem de oldukça manidardı. Sevmediği ve bunda sonuna kadar haklı olduğu sevimsiz yönetimine hoca bulması için on günlük bir süre tanıdı.
“Şimdi görüşmediklerini iddia ettikleri isimlerle görüşsünler” gibisinden de bir cümle kurdu. Aynen öyle şimdi takımın başında Ertuğrul varken, çekinmeden yaptıkları görüşmeleri daha rahat yapabilirler. Sanmıyorum ki bir B planları olsun. Onlar daha da büyük başarısızlıklar hak ediyorlar ama ya taraftar. Hakikaten yazık! Bir futbolsever olarak bir yönetimin bu denli acemice ve hayasızca davranarak kendi taraftarına saygısızlık etme hakkı yok diye düşünüyorum. Bence hoca değiştirmektense tez elden bir Olağanüstü Genel Kurul kararı alsınlar. Hem kendileri hem de Beşiktaş için en hayırlısı bu. Ve yazıyı Ertuğrul'un sözleriyle noktalayalım: "Adam gibi geldim, adam gibi gidiyorum." Yolun açık olsun Ertuğrul Sağlam...
Bu sene Galatasaray’ın senesi mi olacak ne? Bu kadar şans herkesin kaderinde yazmaz. Steau ve Bellinzona’yı kimlerin arasından çektiklerini biliyoruz. Şimdi de UEFA gruplarında çekilebilecek en iyi iki gruptan birine attı kapağı. Sonu benzemesin. Steau’da da elleri ovuşturmuştuk ama sonrasında geriye hüzün kalmıştı. Bir de şans sadece kurada değildi. Çektiği fikstür de on numara. Adnan Sezgin kendi hazırlasa herhalde fikstürü aynen böyle yazardı.
Beşiktaş için dedik ama bu sene şu tespih olayına ucundan Fenerbahçe, Galatasaray da girse karlı çıkar. Neyse konuya dönelim. Malum Atkinson’ı herkes tanır. Galatasaray maçındaki karbon kağıdı koyarak attığı üç gol sonrası aldığı lakabı da bilmeyen yoktur: Ara pası Atkinson… Bugün Aghahowa’da Atkinson gibiydi. Savunmanın arkasında Aghahowa. Atkinson kadar uymadı ama Nijeryalı şovunu yaptı. CM oynayanların hepsi tanır bu Nijeryalı’yı. Muhtemelen Wigan transferinde de Kayseri transferinde de bu CM’deki mahlasının payı vardır. Premier Lig’de ‘Doğan görünümlü Şahin’ havasında takılan Aghahowa, bizim Süper Lig’imizdeyse maşallah solu kapatmış Porsche misali havasını atıyor. Ne maçtı ama… Maç dediysem, Fener-Kayseri maçının bizim Playstation kapışmalarından farkı yoktu. Eskiden millet hızlı diye Roberto Carlos’u forvete alırdı, haliyle o da ağır savunmacıların arkasından arap atı gibi soldan gelir golünü atardı. İşte bu misal, Aghahowa’da Fener defansının başına bela oldu. Bunda Aragones’in de payı var. Çizi savunmanın dert olacağını herkes anladı, ancak hoca taktiği değiştirmedi. Sonrası mı? Kayseri, Fener savunmasının arkasına kaç uzun top attı, Aghahowa kaçını indirdi, yan hakem kaç ofsayt bayrağı kaldırdı, Volkan kaç defa hatalı çıktı, Maldonado-Selçuk-Önder sonradan katılan Deniz-Yasin toplulukları kaç pas hatası yaptı sayıları unuttum. Bu arada Fenerbahçe- Kayseri maçı hakkında bu kadar konuşmuşken bir iki cümle de Turgay’a. Maşallah, fiziğini müthiş kullandığı gibi, sürati ve tekniği de dikkat çekecek kadar iyi. Ancak biraz ego problemi var. Mehmet ağabeyi gibi. Onu da aşar herhalde.Şimdi bir tarafta Fener, bir tarafta Galatasaray puanları havuza attı. Ekseriye hepsinin hocası tartışılıyor. Ertuğrul’un bileti kesildi mi yoksa devam mı belli değil. Skibbe kenarda ama huzursuz. Aragones’in olayı tamamen farklı. Sanırım sözleşme maddesinden dolayı bir iki ay daha uzatacak tatili.
Beşiktaş’ta yaşanacak olası gelişmeleri tahmin etmek için ne kulüp içerisinde yer almaya gerek var ne de medyum olmaya. Prens Demirören, maşallah bakkal gibi yönetiyor Beşiktaş’ı… Daha sezonun başında hoca değişimi için kolları sıvadı. Bu Ertuğrul’un Beşiktaş’taki 2’nci sezonuydu. Ama görüntü itibarıyla son sezonu olacak. “İstifa tek taraflı bir müessedir” diyen Demirören, Ukrayna’ya gitmişken Lucescu ile de görüşmüş. Lucescu gelmiyorum derse ne olacak? Bir dakika Lucescu gelmiyorum demez değil mi? Parasıyla değil mi, herkesi getirir Prens Demirören. Tüm bu gelişmeleri görünce aklıma geldi. Beşiktaş siyah-beyaz şöyle motifli, oltu taşlı fiyakalı bir tespih serisi çıkartıp satsa müthiş bir gelir elde eder. Zira daha 6’ncı haftada boşa geçen bir sezon daha. Beşiktaş taraftarı için hırçın, agresif denir ancak şu yönetimin son yıllardaki yaptıkları karşısında gösterdikleri tepkileri görünce adamlarda peygamber sabrı varmış diyorum. Tespihler satışta olsaydı bu ara patlama olurdu. Bu arada dikkati çekmiştir Sinan Engin’e hiç girmedim. Nasıl olsa hal, durum onun için bir şey ifade etmiyor. Beşiktaş'ın içinde akan su gibi bir türlü yolunu buluyor.

UEFA Kupası ilk turu Perşembe günü oynanan maçlarla tamamlandı. Galatasaray mahalle takımından bu maçta da gol yemeyi başarırken turu iki golle aldı. Günün bombasınıysa Beşiktaş patlattı. Hafta içinde kendi kendilerine pompaladıkları ‘yeneriz, bizim ayarımızda değiller, favori Beşiktaş’ gibi söylemlerin kurbanı oldu. Sahada bitse de gitsek havasında oynayan Beşiktaş baştan sona uyudu. Turu dört gollü hezimetle Metalist’e bıraktı. Gecenin diğer maçlarında Olympiakos turu gol yemeden yedi gol atarak geçti. Porstmouth 2-0’ın rahatlığıyla az kalsın iş kazası yaşıyordu, uzatmalarda Crouch iki gol atarak takımı kurtardı. Deportivo 10 kişiyle 2-0 yaptı, turu penaltılarla kaptı. Benfica Napoli’yi 2-0 ile geçti, Kıbrıs takımı Omonia, City’ye ikinci maçta da golünü attı ama turlayamadı. İskoç takımlarının Avrupa komedyası devam ediyor. Motherwell turu iki golle Nancy’ye bıraktı iki maçta doğru düzgün pozisyon dahi üretmedi. Dortmund ilk maçı kendi sahasında 2-0 yenik kapatmıştı. İkinci maçı da aynı skorla galip kapattı ancak penaltılarla turlayan Udinese oldu. Standart Liege, Liverpool eşleşmesindeki futbolunun tesadüf olmadığını Everton’ı 2-1’lik skorla devirerek gösterdi. Feyenoord Kalmar’dan emaneti aldı. Stuttgart az kalsın yerin dibine giriyordu, Gomez kurtardı. Tottenham bildiğimiz gibi. Son dakikalarda yine ecel teri döktü ama turu kapmayı bildi. Dünkü maçların ardından UEFA'da da torbalar belli oldu ve kura 7 Ekim'de çekiliyor.