Çok değil daha iki ayn önce Galatasaray’da hem lig şampiyonluğu hem de UEFA şampiyonluğu için besteler yapılıyordu. Her şey bir Kocaeli maçıyla yerle bir oldu. Yönetim önce takıma ‘futbol’ oynatan hocasını gönderdi, sonra kupadan elendi ligde de dört rakibin izinde 6 puan geride kaldı. Sarı-Kırmızılılar’da tek sorun bunlar da değildi. Bu arada yeni hocasını sorgulamaya başladı, büyük umutlarla getirdiği Lincoln’ü ise kaybetme noktasına geldi. Peki, bu kadar kısa sürede bu saydıklarım nasıl gerçekleşti? Halıyı kaldırmanın zamanı geldi…
Bugün Türkiye’de neden dört büyükler gibi bir ifade olduğunu, bu büyüklerin nasıl ‘büyük’ olduğunu hiç düşündünüz mü? Sizce ‘büyük’ olmalarının tek nedeni şampiyonluk kazanmaları mıydı? Ya da kuruluş yılları mı? Yoksa bütçeleri mi? Bu takımlar (bana göre) gelenekleriyle büyük oldu. Geçmişten bugüne uzanan çağdaş yapılarıyla büyük oldu. İlkeleriyle büyüdü bu dört büyük takım. Geçmişten gelen politikaları takip ederek, her gün bir basamak daha atladı. Her basamakta farklı bir başarının altına imza attı. Ancak onları o basamaklara getiren geçmişten gelen değerleriydi…
Einstein’ın söylemine göre arılar yok olduğunda insanlığın ömrü sadece dört yıl sürecek… Ben bu söylemi futbola uyarlıyorum: “Eğer köklü kulüpler geleneklerini hiçe sayarak hareket ederlerse kısa zamanda küçülürler ve kaybolurlar…” Buna en güzel örnek herhalde Göztepe… Profesyonel bir yapıları olmadığından, gelenekleri olmadığından kendilerini ileriye taşıyamadılar. Aynı şekilde dönemin İstanbul Ligi’nde başarılı olan şehrin birçok efsane takımı, geleneklere uymadıklarından zamanla yok oldular veya mahalli liglere düştüler. Endüstriyel futbol çağında büyük takımlarımızın bu denli düşüşler yaşaması uzak ihtimaller de olsa bu takımların başarısızlığı sindiren kulüpler olmayacağı anlamını taşımaz.
Konunun açılış sebebi Galatasaray… Galatasaray tarihinde çok azdır, dere geçerken at değiştirmek. Başarı ödüllendirilir Sarı-Kırmızılılar’da… Sadece iktidar olmak için ilkeli futbol adamları harcanmaz. Disiplinli olduğu için hiçbir hoca gönderilmez. Veya düşüncelerin uyuşmaması nedeniyle gönderilen herhangi kimseler aynı yıl içerisinde tekrar futbol bölümünün başına getirilmez. Sonra bir maçın ardından hoca göndermez Galatasaray.
Bugün Galatasaray’da her konunun üstü açık, cevapsız… Soruların tamamı duymazdan ve görmezden geliniyor. Hemen her sorun halının altına süpürülüyor. Ve bu yapılırken de hiç bir şey yokmuşçasına mutluluk şarkıları söyleniyor.
Tarih 22 Şubat. İstanbul Ali Sami Yen Stadyumu’nda UEFA Kupası 3’üncü tur ilk maçında Fransa’dan dönen Galatasaray lig sonuncusu Kocaelispor’a evinde 5–2 mağlup olmuyor. Ve işi sadece futbol oynatmak olan Alman teknik direktör Michael Skibbe ile ilişik kesiliyor. Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belli. Sarı-Kırmızlı yönetim hocasının ipini Steau Bükreş maçında çekiyor. Ancak gerek tazminat gerekse takımın güzel futbolu yönetimin operasyon yapmasına bir türlü meydan vermiyor. Ardından önce yardımcı antrenörleri gönderilen Skibbe’nin üstüne geçtiğimiz yıl ardından teneke çalınan Feldkamp direktör olarak getiriliyordu. Bu gelişmeler sonrası görevinden istifa etmeyen Alman Hoca, takımı başarılı yapmak için çalışıyor ve başarılı da oluyor.
Ta ki 22 Şubat gününe kadar… Galatasaray yönetimi aradığı fırsatı en sonunda yakalıyor ve Skibbe’nin görevine son veriyor. Ortada Hagi, Terim isimleri geçerken takımın başına Bülent Korkmaz getiriliyor. Takım çok değil iki gün içerisinde kimlik değiştiriyor. Sezon içerisinde taraflı-tarafsız birçok futbolseverin güzel futbolunu övdüğü takım gidiyor, yerine organize atak geliştiremeyen, doldur-boşalt gibi eski çağdan kalma bir futbol oynamaya başlıyor.
Takım futbol oynamaktan uzaklaşmakla birlikte bir de ortaya Lincoln-Bülent Korkmaz sorunu çıkıyor. Feldkamp döneminde katı disiplin kuralları nedeniyle bir türlü istekli bir futbol oynayamayan Lincoln, sonrasında Skibbe ile yeniden doğmuş, sezonun ilk yarısında mükemmele yakın bir form grafiği tutturmuştu. Ancak Bülent Korkmaz’ın gelişiyle birlikte bir düşüş yaşayan ve bu sürecin sonrasında Hamburg maçlarıyla zirveye ulaşan Lincoln krizinde son perde dün oynandı. Yönetimin izin vermemesine karşın Lincoln dün ülkesine gitti.
Lincoln geldiğinde de çok disiplinli bir futbolcu değildi. Ancak keskin bir özelliği vardı. Yetenekleriyle maçı bir taraftan alıp diğer tarafa getirebiliyordu. Ondan bu özelliği sahaya yansıtmasını istemek yeterdi hatta artardı bile. Ve o bu özelliğini Skibbe ile ilk yarıda birçok maçta göstermişti. Bülent’in daha önce TV yorumculuğu sırasında ‘Ben Lincoln gibi bir oyuncuyu kadromda istemem’ ifadesi ne denli etkilemiştir Brezilyalıyı bilinmez ancak bilinen bir gerçek var o da bu ikilinin bir türlü birbirine ısınamaması.
Bazı oyuncular için bazı maçlar çok özeldir. Teknik adamlar da bu durumu çok iyi bilirler. Nihayetinde onlar da yeşil sahadan gelmektedir. Hamburg bir Alman takımıydı ve Lincoln bitmediğini göstermek için Hamburg maçlarını iple çekiyordu. Halen bir yıldız olduğunu göstermek için Almanya’da oynanacak karşılaşma kendisi için müthiş bir fırsattı ancak hocası ondan kırmızı kartın ardından hemen vazgeçmişti. Kaldı ki Lincoln o süreye kadar oldukça iyi oynamış, topun takımında kalmasını sağlamıştı. Hal böyle olunca Lincoln değişiklik tabelasının altından saha kenarına çıkarken hocasına sert çıkarak, soyunma odasına gidiyordu.
İşte o gün Korkmaz, küfür ettiği iddia edilen Lincoln’ü kadro dışı bıraksaydı belki de kriz bugüne kadar bu denli tırmanmayacaktı. Ancak onu önce Trabzon’a götürdü oynatmadı. Sonrasında Hamburg maçında 11’e koymasıysa hem karakterine zarar veriyordu hem de bir futbol fecaati olarak gazete manşetlerini süslüyordu. O maçta da durum 2-2 iken oyundan alınan Lincoln bu kez kenara bakmadan soyunma odasına gidiyordu. Ve Galatasaray o dakikanın ardından bırakın üretkenliği, topun bile hakimi olmakta zorlanıyor ve turu kaybediyordu. İki gün sonra aynı Lincoln bu kez Eskişehirspor maçında saha kenarında oturtuyordu. Bir oyunca yedek kulübesine koyulduysa oyuna hazır demektir. Fakat onu kulübede tutmak, kötü futbola göz yummak, taraftarın ve diğer futbolseverin gözünde Bülent’in kredisinden büyük bir bölümü çöpe gönderiyordu. İşte Bülent’in bu kişisel çekişmesi Galatasaray’a oldukça pahalıya mal oldu. Ve bu çekişmenin iki yakasındaki adamların bunu yapmaya hakkı yoktu. Ancak olan oldu bir kere…
Şimdi elde ne kupa var, ne Avrupa ne de lig. Matematiksel olarak halen şansı olmasına rağmen bunca sorun arasında Galatasaray’ın şampiyon olacağını söylemek herhalde bir Temel fıkrası olur. Peki, Galatasaray bu soruları ne zamana kadar duymazlıktan gelecek? Muhtemelen futbol şubesinin köklü değişimine kadar bu devam edecek. Çünkü asıl sorun üst yapı da. Yoksa bu takımın bu kalitesiyle (bütün maçları kazansa dahi) geçtiğimiz yıl aldığı puanın altında toplayacak bir takım mı?
Köklü bir operasyonun ardından takım sadece ve sadece teknik direktöre bırakılır ve bu teknik adam da ilkeli çağdaş bir futbol adamı olursa Galatasaray önümüzdeki yıl bugünlerde yaşadığı sıkıntıları acı bir tebessümle hatırlar. Koca bir yılın kaybedildiğini fark eder. Ancak aynı yapıyla devam edilirse önümüzdeki yıl bugünlerde belki de daha erken bizler aynı satırları farklı ifadelerle doldururuz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder