9 Eylül 2009 Çarşamba

Türkiye - Bulgaristan: 94-66

Ender’e haksızlık etmişim. İki gündür seyrediyoruz. Eurobakset ile ilgili Efes WOrld Cup sonrası ilk yazımda “bu takımın guard’ı değil” demişim. Halt etmişim. Bir kez daha gördüm ki değil ona benzeyen yanından bile geçebilen delici bir oyuncumuz yok!

İlk gün Litvanya’yı bu kadar eksik yakalamışken yenmek gerekiyordu zaten… Hak ederek yendik… Savunmamız Semih hariç iyi düzeydeydi. Semih’in ise aklı asla turnuvada değil. Sürekli birilerini kaçırdı. Çokça da fırça yedi Tanjevic’ten. Dün de yediği fırçaların bir kulağından girip ötekinden çıktığını anladık. Sahada kaldığı kısa sürede 5 faul alıp kenara geldi ve herkesi rahatlattı.

Ömer’in hastalanarak oynamadığı iki maçta 2 numaradan iyi denebilecek kadar verim almayı başardık. Özellikle Sinan’ın savunma haricinde iki maçta da etkili bir hücum performansı sergilemesi grupta 3’te3 yapabilmek için çok önemliydi. Aynı şekilde Bekir’in de neden kadroda olduğunu iki maçta anladık. İki maçı da bu ekstra katkılarla galip tamamladık diyebiliriz.

İki maçtan kalan diğer notlar ise rollerin tamamen benimsendiğiydi. Artık hepimiz biliyoruz ki takımın skor yükünde Ersan ve Hido ilk opsiyon. Hücumlarda guard’lar iki oyuncuyu da gerektiği anda topla buluşturmayı başardı. Hido’nun Orlando’dan alıştığımız sorumluluk alma dakikalarınaysa henüz ihtiyacımız olmadı. Belki ateşli bir Polonya karşısında olabilir. Zira iki maçı da rahat kazanmış olmamıza rağmen hücumda hızlı ve isabetli, seyircisiyle birlikte momentumu ele geçirebilen ve her şeyden önemlisi pota altında sert bir takım… İki gündür seyrettiğimiz Polonya bizi zorlayacaktır.

3’te3 yapmak elbette önemli. Fakat dikkat çekmek istediğim bir konu daha var. İki maçta da gösterdik ki savunmayı istediğimiz düzeyde kurabildiğimiz gibi hücumda da doğru kararları veriyoruz çoğunlukla. Bu da bize bir güven aşılıyor. Ve skora yansıtabiliyoruz, bu durumu…

Litvanyalılar ilk gün ve 2’nci gün çok dağınıktı. Dün de Polonya’da tren kaçtıktan sonra çabaladılar ama nefesleri yetmedi. Jasaitis’i zaten tanıyorduk, ancak basketbolunu olgunlaştırmış olması kenardan geldiğinde mükemmele yakın bir katkı vermesi Galatasaray’ın çok iyi bir ekleme yaptığını gösterdi bize. Bugüne gelinde Litvanyalılar, Bulgarlarla oynayacak. Hasbelkader oynayan, Rowland, Videnon ve Stoijkov gibi potayı görünce aklı giden oyuncular Litvanya karşısında çok zorlanacaktır. Tek handikapları guard rotasyonu. Rowland’ın her şeye rağmen 32 dakikaya yakın oynadığı bir oyunda sıkıntı yaşayabilirler… Bu arada bu takımın başında nasıl olur da Gerson coach olur anlamıyorum. İnsan coach’unun kariyerinden utanıp biraz olsun organize hücumlar falan sergiler. Hele Rowland’ın potaya gidişleri yok mu? Gerson o sırada içinden ne geçiriyordur çok merak ediyorum…

Bize gelince, ne olursa olsun ev sahibiyle oynayacağız. Pota altında istediğimiz domine oyunu sahaya koyamıyoruz. Savunmada fazla sırıtmasak da Gortat bizimkiler arasında sırıtacaktır. Çok ama çok atletik. Savunması iyi, hücumu iyi. NBA için vasat, Avrupa için fazla işte… Bu nedenle Semih’in aklını başına alması lazım. Gortat’ya karşı koyabilecek uzun olarak onu düşünüyorum. Bu açıdan avantajımızı sertliğimiz olarak görüyorum. Geri adım atmamamız bizi maç sonuna kadar oyunun içinde tutuyor. Sonuç itibarıyla hedef 3’te 3’tü… Bugün sıra son halkada…

Hiç yorum yok: